3. Ünite: Mantık ve Dil
İçindekiler
3. Ünite: Mantık ve Dil
Mantık doğru düşünme ve doğru konuşma bilgisi; doğru düşünme ve konuşma kurallarının bilgisi diye de tanımlanmıştır. Bu mantığın bir yandan düşünmeyle, bir yandan da dille ilişkili bir alan olduğu anlamına gelmektedir.
Not:
Mantık sözcüğü Yunanca “Logikos” sözcüğünün Arapça tercümesidir. “Logikos”, logos’a yani söze, akıla ve akıl yürütmeye ait demektir. Mantık sözcüğü de tıpkı Yunanca karşılığı gibi hem sözle, hem de akıl ve aklı yürütmeyle ilgilidir.
Etimolojik (kökenbilimsel) anlamlarına uygun olarak mantık:
– Dilsel ifadelerin, dile getirmelerin, dilsel anlatımların formel koşullarının öğretisi ve
– Doğru önerme formlarının kesin ifade kalıplarının kuramı şeklinde de tanımlanmıştır.
Bir bilim olarak mantığı sistemli hale getiren Aristoteles, dil ile mantık farkını ve ilişkisini de belirtmiştir. Ona göre, akıl yürütmenin kendi başına bir formu (bir biçimi, belli kalıpları) vardır. Akıl yürütmenin biçimleri dilsel ifadelerin biçimleriyle tam olarak uyuşmaz. Dolayısıyla akıl yürütmenin geçerliliği, dilin biçimlerine değil, düşünmenin biçimlerine göre belirlenir. Aristoteles böylece, dil ve mantık ilişkisinde mantığın belirleyiciliğine dikkat çekmiştir.
Bu ünitede mantık – dil ilişkisi öncelikle dilin farklı görevleri; sonra da anlama ve tanımlama açısından işlenecektir.
1. Dilin Farklı Görevleri
Bir düşünce, duygu veya isteğin ifade edilmesine ve aktarılmasına yarayan semboller sistemine dil denir. Bir semboller topluluğu olarak dil, yalnız insana özgüdür. Gerçekten de bu anlamıyla dil ve konuşma bir takım soyut kavramları içermesi, bunları mantıksal bir irtibatla ifade etmesi ve daima değişip gelişmesi yönleriyle içgüdüsel ve duyusal olan ve değişip gelişmeyen hayvanların dilinden ayrılır.
Dilin farklı görevleri vardır.
a) Dilin Bildirme Görevi
Dilin bilgi, inanç veya düşüncelerimizi iletmek amacıyla kullanılmasına ‘dilin bildirme görevi’ denir. Örneğin, “Ankara, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkentidir.”, “Yarın hava bulutlu ve yağışlı olacak.” gibi cümlelerde dil bildirme görevini yerine getirir. Bir bilgi veya tahmini ifade ettiklerinden dolayı bu yargıların bir doğruluk değeri de vardır.
Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır.
Platon
b) Dilin Belirtme Görevi
Dilin duygusal bir tepki veya tavra ifade etme görevine ‘dilin belirtme görevi’ denir. Dilde bu görevi ünlemler yerine getirir. Dilin bu görevle kullanılası durumunda yüzün kızarması, sesin titremesi gibi bedensel belirtiler dile eşlik eder ve bu görev için etkili ve duygusal sözcükler seçilir. Örneğin, bir kişiye sevgimizi ifade etmemiz veya bir annenin çocuğuna sevgi ve merhametini ifade etmesi gibi durumlarda dil belirtme göreviyle kullanılmış olur.
c) Dilin Yaptırma Görevi
Dilin insanları etkileme ve yönlendirme amacıyla kullanılmasıdır. Dilin yaptırma görevi emir kipindeki cümlelerde görülür. Örneğin, “Kapıyı kapat!” cümlesinde olduğu gibi. Bazen de soru (“Kapıyı kapatır mısınız?”) veya istek-dilek (“Lütfen kapıyı kapatın!”) gibi farklı kiplerdeki cümlelerle de yaptırma görevi karşımıza çıkabilir.
d) Dilin Törensel Görevi
Dilin insani ilişkileri başlatmak, teşvik etmek veya sürdürmek için kullanılmasıdır. Örneğin, bir topluluğa katılırken selam vermemiz (“günaydın, merhaba vb.), yemekteki insanlara “afiyet olsun” dememiz gibi.
e) Dilin Eylemsel Görevi
Söz vermek, yemin etmek, kabul etmek veya onaylamak gibi yollarla dil eylemsel görevini yerine getirir. Örneğin, “Sınavı kazandığında, söz, sana dizüstü bilgisayarı alacağım.” Yine bir eylemi başlatmak için “Hadi kalk gidelim.” diyen kişi de dili eylemsel göreviyle kullanmış olur.
Bilgi Aktarma ve Bilgi Aktarmayı Aksatan Etkenler
Dilin kullanılış amaçlarından biri de bilgi aktarımıdır. Ancak bilgi aktarırken karşımızdaki kişinin statüsü, yaşı, cinsiyeti gibi özelliklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Yine bilgi aktarımında dili kullanırken yapacağımız hatalar bazı aksamalara neden olur. Aşağıda bilgi aktarmayı aksatan etkenleri açıkladık:
a) Çok Anlamlılık
Sözcüklerin birden çok anlama gelmesi veya birden çok görevle kullanılmasıyla çok anlamlılık ortaya çıkar. Yine sözcüklerin belirli bir niyeti iletme amacıyla kullanılması da çok anlamlılığa yol açabilir. Bu da bilgi aktarımını aksatır.
Dilin, dil içerisindeki sözcük, terim ve kavramların birden fazla anlama sahip olması kaçınılmaz bir durumdur. Aslında dil zenginleştikçe yakın, ama aralarında farklar bulunan duyguları, durumları, fikirleri vb. ifade etmek için farklı sözcüklerin kullanıldığı görülür. Bununla birlikte bir sözcüğün birden fazla anlamda kullanılması tamamen önlenemeyecek bir durumdur.
“Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını belirler.”
Wittgenstein
Sözcüklerin doğasını, birbirleriyle ilişkisini, farklı anlam ve kullanımlarını inceleyen bilim dalına semiotik (göstergebilim veya işaretbilim) denir. Semiotik, iletişimde, daha geniş şekliyle her türlü bilgi aktarımında kullanılan gösterge dizgesinin yapısını ve işleyişini inceleyen bilimdir. Diğer bir ifadeyle, göstergelerin dildeki kullanımlarını inceleyen bilimdir.
Gösterge ve Göstergebilim
Gösterge, kısaca im; bir başka şeye işaret eden, bir başka şeyi gösteren, bir başka şeyi ifade eden, dile getiren şeydir. Algılandığında zihnimizde bir başka şeyin tasarımını uyandıran her şey bir göstergedir. Göstergeler doğal veya yapay (uzlaşımsal) olarak ikiye ayrılır. Örneğin, ağlama, ağlayan kişinin üzüntülü olduğunu gösteren doğal bir göstergedir; ancak “ağlama” sözcüğü ağlama eylemini ifade eden yapay bir göstergedir. Göstergenin işaret ettiği duygu, durum, düşünce vb. de “gönderge” adını alır.
Semiotik (göstergebilim) semantik, sentaktik ve pragmatik olarak üçe ayrılır.
a. Anlam bilimi (semantik):
Semantik, anlamları inceleyen bilimdir. Anlambilim felsefi (ya da mantıksal) ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir. Felsefi (ya da mantıksal) yaklaşım, göstergeler (sözcükler, semboller, işaretler) ile bunların göndergeleri (ifade ettikleri duygu, durum, düşünce vb. anlamlar) arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler.
Dilbilimsel yaklaşım ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur.
b. Söz dizimi (sentaktik):
Sentaktik sözcüklerin dil içerisinde kullanıldıkları yer ve göreve göre kazandıkları anlamları inceleyen bilimdir. Sözcükler bazen anlambilimsel (semantik) açıdan değil, cümle içerisinde kullanıldıkları yer ve görev açısından da farklı anlamlar kazanabilir.
Örneğin:
– Bu küçük, bir felaketti. (Özne)
– Bu, küçük bir felaketti. (Sıfat)
c. Pragmatik:
Sözcükler ve deyimler farklı amaçlarla kullanıldığında pragmatik anlamlar kazanır. Örneğin, laiklik, cumhuriyet ve demokrasi gibi sözcükler hem kullanıldığı toplum ve kültüre göre, hem de kullanan kişinin inanç ve değerlerine göre farklı anlamlara gelebilir. Özellikle siyasette ve reklamcılıkta, insanları etkileme amacıyla, bir sözcüğün çağrışımlarından ve yan anlamlarından da yararlanılır.
b) Anlam Belirsizliğinin Nedenleri:
Anlam belirsizliği semantik veya pragmatik nedenlerden kaynaklanabilir.
- Semantik belirsizlik:
Semantik belirsizlik daha çok nesnelerin sınırlarıyla ilgili belirsizlikten kaynaklanır. Örneğin, pantolonumuzun rengi ne zaman gri, füme veya siyah olur? Renk hangi koyuluk derecesinde füme değil de, artık siyahtır? Bu türden sorulara verilecek “çok koyu” veya “az koyu” türünden cevaplar belirsizliği gidermeyecektir, rengin ne zaman siyah, ne zaman gri kabul edileceği belirsiz kalacaktır.
- Pragmatik belirsizlik:
Pragmatik belirsizlikte, sözcükleri kullanan kişinin kullanma amacından kaynaklanan bir belirsizlik oluşur. Örneğin, ayakkabı mağazasındaki bir tezgâhtarın, “Bu ayakkabı sizin ayağınızı çok zarif gösterdi.” sözü müşteriyi memnun edebilir ve ayakkabıyı almaya karar vermesini sağlayabilir.
İster semantik, isterse pragmatik belirsizlik olsun, gündelik dilde bu türden belirsizlikleri tamamen ortadan kaldırmaya imkan yoktur. Ancak bu türden belirsizliklerle bilim ve teknoloji yapılamayacağı için, bilim ve teknoloji de farklı ölçü birimleri kullanılmak ve kişisel değerlendirmelere (güzel, hoş, zarif vb. öznel değerlendirmelere) yer vermemek yoluyla bu belirsizlikler ortadan kaldırılır.
Bilimler de çalışmalarını yürütürken, buluşlarını açıklarken dil kullanır. Ancak bilimler ne ölçüde sayısal (niceliksel) ölçme ve değerlendirmeye (evrensel ölçü birimlerine) yer verebiliyorsa, o derecede kesinlik kazanmış olur.
Örneğin, günümüzde bütün gözlemsel ve deneysel araştırma sonuçlarını sayısal olarak ve matematiksel formüllerle ifade edebilen “Fizik” bilimi anlam belirsizliklerinin hemen hiç yaşanmadığı bir bilimdir. Oysa Antropoloji ve Tarih gibi ele aldığı olayları ve olguları sayısal olarak ifade etme ve olaylar arasındaki ilişkileri matematiksel olarak formüle etme açısından gelişmeyen Sosyal Bilimlerde anlam belirsizlikleri ve buna dayalı tartışmalar çok daha fazladır.
c) Olgusal ve Sözel Tartışmalar
Tartışmalar, belirsizliklerden kaynaklanır ve insan yaşamının kaçınılmaz bir parçasıdır. Yanlış anlatma veya yanlış anlamaların olduğu, aynı konu veya olayla ilgili farklı inanç ve görüşlerin bulunduğu durumlarda tartışma ortaya çıkar.
Tartışmalar, tartışılan konuya göre ikiye ayrılır:
- Sözel tartışmalar:
Burada tartışma, somut, ölçülebilir ve gözlenebilir bir olayla değil, kişisel değerlendirmelere açık bir konu hakkındadır. Örneğin, “Selimiye mi, yoksa Süleymaniye Camii mi daha güzeldir?” gibi bir konudaki tartışma, kesin bir sonuca bağlanması mümkün olmayan öznel ve göreceli bir sözel tartışma konusudur.
- Olgusal tartışmalar:
Olgusal tartışmalarda tartışılan konu ölçme ve/veya gözleme konu olabilecek somut bir konudur. Örneğin, “Selimiye’nin mi, yoksa Süleymaniye Camii’nin mi minareleri daha yüksektir?” gibi bir tartışmada minare yükseklikleri ölçülerek kesin bir sonuca ulaşmak mümkündür.
Anlama ve Tanımlama
a) Anlama:
Bir söz ya da yargıdaki sözcüklerin anlamını bilerek, aktarılmak istenen anlamın kavranmasına “anlama” denir. Örneğin, “X, gezegendir.” gibi bir sözdeki X’in yerine ‘Peru’yu koyan kişinin bu sözü anladığı söylenemez; aksine bu kişinin ya ‘gezegen’i (gezegen’in anlamını) ya da Peru’yu (Peru’nun bir ülke olduğunu) bilmediği düşünülür.
Yine örneğin, psikoloji dersinde öğretmenin anlattığı ‘öğrenme’ konusunu anladığımızı söyleyebilmemiz için öğrenilmiş davranışlarla refleks ve içgüdüler gibi öğrenilmeyip doğuştan gelen davranışları ayırt edebilmemiz gerekir. Eğer bir öğrenci örneğin ‘alışkanlıkları’ öğrenilmemiş davranış olarak nitelendiriyorsa, öğrenme konusunu anlamamış demektir.
b) Tanımlama:
Tanımlama, bir sözcüğün (bir terimin) anlamını belirleme, ‘Bu nedir?’ sorusuna cevap verme işlemidir. Klasik Mantık ünitesinde tanımın koşullarını ve çeşitlerini gördük. Burada bazı kavramların Mantıkçılara göre tanımlanamaz olduğunu hatırlatalım: Duygular (aşk, nefret, kin vb.), değerler (güzel, iyi vb.), üstün cinsler (varlık, cevher vb.) ve önerme eklemlerinin tanımı yapılamaz. Ancak Sembolik Mantıkçılar (ve, veya, ise, ancak ve ancak gibi) önerme eklemlerinin tanımının yapılabileceğini savunur.
Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!
Etiketler: 3. Ünite: Mantık ve Dil, ayt mantık
Eklenme Tarihi: 15 Nisan 2022