Türk Dili ve Edebiyatı 7 Konu Anlatımı
Türk Dili ve Edebiyatı 7 Konu Başlıkları
Edebiyat ile Düşünce Akımları/Felsefe Arasındaki İlişki
Edebiyat ile Düşünce Akımları/Felsefe Arasındaki İlişki Edebiyat ile felsefe arasındaki benzerliklerden ilki konularıdır. Felsefe genel olarak insan, doğa evren ve bunların değerlerini, sorunlarını konu aldığı…
Dilin Tarihî Süreç İçerisindeki Değişimini Etkileyen Sebepler
İlk Örneklerden Günümüze Türkçenin Önemli Lügat/Sözlükleri
1960 ve 1980 Sonrası Türk Hikayesi
Hikâyemiz, Cumhuriyet Dönemi’nde hem teknik hem muhteva yönünden gelişmiş ve Bu gelişim süreci 1960 sonrasında da devam etmiştir. Hikâye türünün özellikleri tartışılmış, bu tartışmaların bir sonucu olarak…
DİL BİLGİSİ: Kelimede Anlam
ŞİİR
ŞİİR Saf Şiir Saf şiir, her türlü ideolojik söylem ve sosyal kaygıdan uzak, “sanat için sanat” anlayışıyla güzellik duygusuna ulaşmak amacıyla ortaya çıkan bir anlayıştır…
AÖL Türk Dili ve Edebiyatı 7 Testleri
Açık Lise (547) Türk Dili ve Edebiyatı 7 Testi (Aralık 2019)
Açık Lise (547) Türk Dili ve Edebiyatı 7 Testi (Temmuz 2019)
Açık Lise Türk Dili ve Edebiyatı 7 Testi (Nisan 2019)
Açık Lise Türk Dili ve Edebiyatı 7 Testi (Aralık 2018)
AÖL Seçmeli Türk Dili ve Edebiyatı 3 Testleri
Edebiyat ile Düşünce Akımları/Felsefe Arasındaki İlişki
Edebiyat ile felsefe arasındaki benzerliklerden ilki konularıdır. Felsefe genel olarak insan, doğa evren ve bunların değerlerini, sorunlarını konu aldığı için edebiyatla benzerlik gösterir. Bu nedenle edebî eserler içerik bakımından felsefî özellik taşır, edebiyatçıların da beslendiği en büyük kaynaklardan birisi felsefedir.
Felsefe, ilk çağlardan beri kuramsal anlamda da edebiyata önemli katkılarda bulunmuştur. Öyle ki Türk ve dünya edebiyatına yön veren edebî akımların ortaya çıkışında bir felsefi düşünce ve birikim olduğu görülmektedir. Filozoflar da edebiyatın anlatım imkânlarını kullanmışlar, düşüncelerini farklı edebî türlerle dile getirmişlerdir.
Benzerliklerinin bulunmasının yanı sıra konuyu ele alış tarzları ve amaçları, dili kullanım şekilleri vs. gibi özellikleri edebiyatla felsefeyi birbirinden ayırır:
| Edebiyat | Felsefe |
| Amacı okuyucuda güzellik duygusu uyandırmaktır. | Amacı varlık, evren, doğa, bilgi gibi konularda sistematik bir düşünce ortaya koymaktır. |
| Güzel söz söyleme esastır. | Asıl olan söylem değil, içeriktir. |
| Düşünceden çok duygu ve sezgiler ön plandadır. | Akli ve mantıki düşünce ön plandadır. |
| Dil sanatsal işlevde kullanılır | Dil göndergesel işlevde kullanılır. |
| Kelimeler, yan anlam ve mecaz anlamda kullanılır. | Kelimeler, gerçek anlamda kullanılır. |
| Sanatlı bir söyleyiş ve kapalı bir anlatım vardır. | Dil ve anlatım olabildiğince açık ve açıklayıcıdır. |
| İmgelerle kurulmuş bir dil kullanılır. | Kavramların hâkim olduğu bir dil kullanılır. |
Mustafa Günay (1964-…)
Manisa’nın Akhisar ilçesinde doğdu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Çukurova Üniversitesinde öğretim üyeliği görevindedir. Sistematik felsefe ve mantık, felsefe tarihi, bilim felsefesi, Türk İslam düşünce tarihi alanlarında çalışmaktadır. Yazıları dergilerde yayımlanan Mustafa Günay “Özne” Felsefe Dergisi genel yayın yönetmenliği yapmaktadır. 1998 yılında “Macit Gökberk Felsefe Ödülü”nü kazanmıştır.
Eserleri: Felsefe Tarihinde İnsan Sorunu, Süregiden Felsefe Üzerine Bir Deneme, Metinlerle Felsefeye Giriş, Felsefe ve Edebiyat (Ali Osman Gündoğan’la Birlikte)…
Edebiyat ile Psikoloji ve Psikiyatri Arasındaki İlişki
Edebiyatta insan davranışları ve insanın iç dünyasını ele alması bakımından psikoloji ve psikiyatriye ihtiyaç duyar, bu ilişkilerinin temelidir. Bu ilişkinin ortaya çıkışı, edebî eserlerdeki psikolojik unsurların tespit edilmesi ve edebî eserlerin bu bilim dallarının verileriyle incelenmesi ilk defa Freud’la (Froyt) başlar. Daha sonra da Adler, Jung (Yung) gibi psikoloji ve psikiyatrinin önde gelen isimleriyle Tolstoy gibi bazı edebiyatçıların yaptıkları çalışmalarla ileri sürdükleri düşüncelerle gelişmiştir.
Edebiyat bilimci Berna Moran’a göre bir edebî eser incelenirken “yazar, eser ve okur” dikkate alınmalı, bu üçünden eser içerisindeki en etkili unsur tespit edildikten sonra edebî metin incelemesi yapılmalıdır. Psikologlar da insan davranışlarını açıklamak için edebî eserlerden yararlanabilir ve belli kuramlar oluşturabilir.
Bu dallardan edebiyatın yararlanması demek psikolojik araştırma ve kuramları anlatma amacında olması demek değildir. Yazarın eserinde yaptığı ruh çözümlemeleri ile bir psikoloğun gerçek bir kişiye yönelik çözümlemelerin tamamen birbirinden farklı olduğunu unutmamalıyız.
Kemalettin Deniz (1974 – … )
Ordu’da dünyaya geldi. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümünden mezun oldu. Kısa bir süre MEB’de öğretmenlik yaptıktan sonra akademik kariyerine başladı. Kemalettin Deniz hâlen Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi Müdür Yardımcılığı görevindedir.
Eserleri: Edebiyat Bilgi ve Kuramları (Edebiyat ve edebiyata ait kavramlar bölümü-2013), Dil ve Anlatım (Etkili iletişim bölümü-2007).
Dilin Tarihî Süreç İçerisindeki Değişimini Etkileyen Sebepler
“Dil yaşayan bir varlık olarak değişmeye muhtaçtır.” İç veya dış sebeplere bağlı olarak değişir. En belirgin olarak ses değişikliklerinden anlayabiliriz. Bunun yanı sıra bazı kelimelere zaman içerisinde verilen anlamlar da değişebilir. Mesela Eski Anadolu Türkçe ’sinde kötü anlamına gelen ‘yavuz’ kelimesi bugün ‘yaman, hızlı’ anlamında kullanılır.
Dildeki değişim zaten doğası gereği vardır. En basitinden insanların ihtiyaçları, yeni buldukları nesnelere isim verme birbirlerine hitap gibi sebepler de dilde değişim ve gelişimi meydana getirir. Toplumda meydana gelen her türlü değişim insanları olduğu gibi dillerini de etkilediğinden siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik değişime ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak dil de değişir. Örneğin; din değişikliği, kavimler göçü, Osmanlı’daki Batılılaşma hareketleri, Cumhuriyet’in ilânı…
Bu değişiklikler kimi zaman kelime bakımından kimi zaman dilin kuralları açısından az veya çok değişikliğe uğrar. Bunlar bazen tartışmalara sebep olmuştur: Osmanlı Dönemi’nde başlayan dilde sadeleşme çabaları, XX. yy.ın başlarında “Yeni Lisan” hareketiyle ve Cumhuriyet Dönemi’ndeki dil devrimiyle meyvelerini vermiştir. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde Türk Dil Kurumunun kurulması, Türkçe üzerine araştırmalar yapılması, (“Millet Mektepleri”nin açılması, okuma-yazma oranının artması, iletişim imkânlarının çoğalması, kitaplara daha kolay ulaşılması gibi sebeplerle konuşma ve yazı dili birbirine yaklaşmış, halk dili-aydın dili gibi ayrımlar ortadan kalkmıştır.
Günümüzde bir dilin değişiminde en önemli sebeplerden biri teknolojik gelişmelerdir. Bu gelişmelere bağlı olarak son yıllarda Türkçeye birçok kavram girmiştir: e-posta, televizyon, radyo, İnternet, sosyal medya, SMS vb.
Muhammet Yelten (1954 – … )
Antalya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Bir süre MEB’de edebiyat öğretmenliği yaptı. 1984 yılında İstanbul Üniversitesinde akademik hayatına başladı. Bir süre Türk Dil Kurumu üyeliğinde bulundu. Akademik çalışmalarının yanı sıra hazırladığı kitaplar, sözlükler, yayımladığı makaleler ve katıldığı sempozyumlarla Türk dili ve edebiyatına önemli katkılarda bulundu.
Eserleri: Eski Anadolu Türkçesi Manzum Metinler, Eski Anadolu Türkçesi ve Örnek Metinler (2009)…
İlk Örneklerden Günümüze Türkçenin Önemli Lügat/Sözlükleri
- Dîvânu Lugâti’t-Türk-Kâşgarlı Mahmut (1072)
- Ahterî Sözlüğü-Mustafa bin Şemsettin (1545)
- Lehçe-i Osmanî-Ahmed Vefik Paşa (1876)
- Kamus-ı Türkî-Şemsettin Sami (1901)
- TDK Türkçe Sözlük (1945)
- Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü
- Derleme Sözlüğü
- Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü- Mehmet Ali Ağakay
- Türkçede Yabancı Kelimeler Sözlüğü-Mustafa Nihat Özön
- TDK Tarama Sözlüğü • Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü-Hasan Eren
- Eğitim Terimleri Sözlüğü-Ferhan Oğuzkan
- Türk Argo Sözlüğü-Ferit Devellioğlu
- Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-Ömer Asım Aksoy
- Anayasa Sözlüğü-Hasan Eren ve Hamza Zülfikar
Türkçenin bilinen ilk sözlüğü Kâşgarlı Mahmut’un “Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eseridir. Sözlükçülüğümüz esas gelişimini Cumhuriyet Dönemi’nde gösterir. TDK’nin sözlük çalışmaları dışında çeşitli kurum ve kişiler tarafından da farklı türlerde sözlükler hazırlanmıştır.
Doğan Aksan (1929-2010)
Türk dili alanında yaptığı araştırmalarla tanınan Doğan Aksan İzmir’de dünyaya geldi. Ankara Atatürk Lisesi’ni, DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Akademik kariyeri dışında Türk Dil Kurumu’nda Dil bilim ve Dil bilgisi Kolu Başkanlığı gibi görevlerde de bulundu.
Doğan Aksan’ın Türkiye’deki dilbilim çalışmalarının gelişmesinde payı büyüktür. Dilbilim ve Türkçeyle ilgili birçok araştırması ve makalesi bulunan Doğan Aksan’ın şiir, hikâye makale, fıkra ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Türkiye Bilimler Akademisi’nin 1998 Yılı Hizmet Ödülü’nü de aldı.
Eserleri: Tartışılan Sözcükler, Her Yönüyle Dil, Türkçenin Gücü, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Türkçenin Sözvarlığı, Cumhuriyet Dönemi’nden Bugüne Örneklerle Şiir Çözümlemeleri…
DİL BİLGİSİ: Kelimede Anlam
Dilin anlamlı en küçük birimlerine ya da tek başına anlamı olmadığı hâlde cümle içinde anlam kazanan dil birliklerine kelime denir. Kelime nesne veya hareketi karşılayan göstergelerdir. Gösterge, birbirinden ayrılmayan, birbirini bütünleyen iki unsurdan (gösteren ve gösterilen) oluşur. Gösteren kelimenin kulakla işitilen ses yönü (işitim imgesi), gösterilen ise zihindeki tasarımı (kavram)dır. Bu iki unsur arasındaki bağ zihnimizde kelime ile onun karşıladığı nesne veya hareketi birbiriyle ilişkilendirir. Bu sayede kelimenin anlamı ortaya çıkar. Dilin canlı ve doğal bir yapıya sahip olması da kelimelerin anlamlarında değişmelere yol açabilmektedir.
- Anlam Bakımından Kelimeler
A.1. Gerçek Anlam (Temel Anlam)
Kelimelerin akla gelen ilk ve genel anlamına gerçek anlam denir. Buna ‘temel anlam’ da denir. Bir kelimenin birden fazla gerçek anlamı olabilir.
- 2. Yan Anlam
Temel anlamıyla bağlantılı olarak zamanla ortaya çıkan değişik anlamların her birine yan anlam denir. Bir kelimenin yan anlam kazanmasında genellikle yakıştırma ve benzerlik ilgisi etkili olmaktadır.
“Kapının kolu” tamlamasındaki anlam benzetme yoluyla kazandırılmış yeni anlamdır. Buna yan anlam denir.
- 3. Mecaz Anlam
Bir kelimenin gerçek anlamından bütünüyle uzaklaşarak kazandığı yeni anlama mecaz anlam denir. Bir kelimeye;
- Benzetme, istiare, kinaye, cinas, kişileştirme gibi edebî sanatları kullanarak,
Ah bu türküler, köy türküleri / Ana sütü gibi candan / Ana sütü gibi temiz. (benzetme)
- Dolaylama yaparak,
yedi tepeli şehir: İstanbul, derya kuzusu: balık, file bekçisi: kaleci
- Ad aktarması, deyim aktarması, duyular arası aktarma yaparak mecaz anlam kazandırılır.
Ankara eğitimle ilgili yeni kararlar aldı. (ad aktarması)
Neşeli sokaklardaydım. (deyim aktarması)
Arkadaşımın sıcak sohbetini özledim. (duyular arası aktarma)
- 4. Terim Anlam
Bir bilim, sanat ya da meslek dalıyla ilgili bir kavramı karşılayan kelimelere terim denir. Terimlerin anlamları dar ve sınırlıdır. Gerçek anlamlarında kullanılır, mecaz, yan deyim anlamları yoktur.
“Ağız, deneme, şiir” dil ve edebiyat terimleri; “üçgen, çember, nokta” kelimeleri de geometri terimleridir.
- 5. Somut/Soyut Anlam
Beş duyu organımızdan herhangi biriyle algılanabilen, maddesi olan kavram ve varlıkları karşılayan kelimelere somut kelimeler denir. Örneğin; masa, ağaç, insan, deniz, kalem, çanta…
Beş duyu organımızdan herhangi biriyle algılayamadığımız ancak var olduklarını akıl, inanç ve sezgilerimizle kabul ettiğimiz kavram ve varlıkları karşılayan kelimeler soyut anlamlıdır. Örneğin; özlem, rüya, düşünce, sevgi, korku, güzellik…
Soyut kavramların anlatılması ve kavranması zor olduğu için bu kavramları anlaşılır duruma getirmek için somut anlamlı kelimelerden yararlanılır. Buna somutlama denir. Soyut anlamlı kelimeler anlam genişlemesi yoluyla somut anlam kazanabilir. Genellikle kişileştirme, benzetme ve istiare yoluyla yapılır. Somut anlamlı bir kelimenin anlam genişlemesi yoluyla soyut anlam kazanmasına da soyutlama denir.
- İyilerin yaptıkları kolay kolay unutulmaz. (insan)
- Bu kafayla sana verdiğim işi yapamazsın. (akıl, mantık)
- 6. Genel/Özel Anlam
Kelimenin bir türün tamamı için kullanılmasına genel anlam, o türün sadece biri ya da birkaçını karşılayacak şekilde kullanılmasına da özel anlam denir.
Palto insanı sıcak tutar. (genel)
Paltosunu otobüste unutmuş. (özel)
HİKÂYE
1960 Sonrası Türk Hikâyesi
Hikâyemiz, Cumhuriyet Dönemi’nde hem teknik hem muhteva yönünden gelişmiş ve Bu gelişim süreci 1960 sonrasında da devam etmiştir. Hikâye türünün özellikleri tartışılmış, bu tartışmaların bir sonucu olarak hikâyede kurgu ve içerik bakımından yenilikçi gelişmeler yaşanmıştır.
Bu dönemin belirgin özellikleri de şunlardır:
- Hikâyeler geleneksel anlatım ve yapı özelliklerinin yerine yeni anlatım teknikleri ve bakış açıları ile kaleme alınmıştır.
- Hikâye türünde eser veren yazar sayısının artması ile hikâye türündeki eserlerde hem konu hem anlayış olarak bir çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Yazarlar ideolojik tavırlarına göre toplumcu gerçekçi, dinî ve millî duyarlılık, bireyin iç dünyasını esas alan vb. farklı anlayışlarla hikâyeler yazmışlardır. Hikâyelerde, kahramanlar toplumun farklı kesimlerinden seçilmiştir.
Adalet Ağaoğlu, Talip Apaydın, Sevgi Soysal, Erdal Öz, Orhan Duru, Tomris Uyar, Nedim Gürsel, Hulki Aktunç, Füruzan, Demir Özlü, Leyla Erbil, Bekir Yıldız gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazmışlardır.
- Hikâyelerde gecekondu bölgelerinde yaşayan insanların sorunları, küçük memurların ve işçilerin yanı sıra 1960’tan sonra artan işsizliğin bir sonucu olarak Almanya’ya giden işçilerimizin yaşantılarından kesitler, kadın sorunları, köyden kente göç, kapitalist yaşamın getirdiği bunalımlar gibi toplumsal sorunlar ele alınmıştır.
Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Mehmet Şeyda gibi yazarlar kadın sorununa değinen yazarlardır.
- Bireyin iç dünyasını anlatmayı amaçlayan hikâyeler de kaleme alınmıştır. Bu tür hikâyelerde bunalımlara ve iç çatışmalara yer verilir. Kahramanların iç dünyası, tüm çıplaklığıyla esere yansır. Yazar dış dünyayı olduğu gibi değil, duyumsadığı gibi anlatır. Anlatımda bilinç akışı, iç çözümleme ve iç monolog teknikleri öne çıkar.
Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Mehmet Şeyda gibi yazarlar kadın sorununa değinen yazarlardır.
- 1960 sonrası edebiyatımızın diğer dönemlerden farklılaşan bir yanı da dinî duyarlığa sahip yazarların ortaya çıkışıdır. Rasim Özdenören, İsmail Kıllıoğlu, Durali Yılmaz, Mustafa Kutlu bu anlayışa sahip önemli yazarlardır.
- 1970’li yıllardan itibaren modern hikâyeyle birlikte postmodern hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nazlı Eray, Murathan Mungan, Latife Tekin, Bilge Karasu, Pınar Kür, Metin Kaçan, İhsan Oktay Anar, Murat Gülsoy, Sema Kaygusuz, Erendüz Atasü, Müge İplikçi, Küçük İskender gibi yazarlar hikâyelerinde postmodernist eğilimlere yer veren isimler arasında sayılabilir.
- Dönemin önemli diğer hikâyecilerden bazıları şunlardır: Bilge Karasu, Necati Tosuner, Ferit Edgü, Sevinç Çokum, Muzaffer İzgü, İnci Aral, Gülten Dayıoğlu, Pınar Kür, Nazlı Eray…
Emine Işınsu (1938-…)
Kars’ta doğdu. Ankara Kolejini bitirdi. Yükseköğrenimini yarıda bıraktı. Gazetecilik yaptı. “Hisar” dergisinde yayımladığı şiir ve hikâyeleriyle tanındı. Hikâye, tiyatro ve roman türlerinde eserler verdi. Küçük Dünya, Sancı, Cambaz adlı romanları ile ödüller aldı.
Eserleri: İki Nokta, Küçük Dünya, Azap Toprakları, Ak Topraklar, Tutsak, Sancı, Çiçekler Büyür, Cambaz, Cumhuriyet Türküsü, Kaf Dağı’nın Ardında, Alpaslan, Atlı Karınca…
1980 Sonrası Türk Hikâyesi
1980’li yıllarda Türkiye’de önemli siyasi ve toplumsal olayların yaşanmıştı. Bu da birçok alanı etkilediği gibi Türk hikâyeciliğini de derinden etkilemiştir. 1980 sonrası Türk hikâyeciliğinde bir taraftan gelenek devam ederken diğer taraftan yeni arayışlar görülür. Bu dönem hikâyesinde yazarlar ortak bir sanat anlayışıyla değil bireysel olarak hareket etmişlerdir.
Bu dönemin belirgin özellikleri şunlardır:
- Toplumsal konulardan çok bireysel konular işlenmiştir.
- Hikâyelerde farklı kurgu teknikleri denenmeye başlanmıştır.
- Yazarlar postmodernizmin anlatım imkânlarından yararlanmışlardır.
- Hikâyelerde imgesel bir dil kullanılır.
- Anlatımda “ben-yazar” anlatıcı öne çıkar.
- Hikâyelerde bireyin toplumsal ilişkileri çevresinden soyutlanarak gösterilir.
1980’den önceki kuşaklardan gelen hikâye yazarlarının yanı sıra Murathan Mungan, Cemil Kavukçu, Özcan Karabulut, Jale Sancak, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Yekta Kopan, Nalan Barbarosoğlu, Sema Kaygusuz, Müge İplikçi, Nazan Bekiroğlu, Hüseyin Su, Seyit Göktepe, Cemal Şakar gibi yeni yazarlar da dil ve anlatım biçimi, konu ve kurgu bakımından özgün eserler verirler.
Mustafa Kutlu (1947-…)
Erzincan’da doğdu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı.
Mustafa Kutlu, hikâyelerinde tema olarak genellikle modernleşen Türkiye’deki toplumsal değişim ve dönüşüm sürecini ve bu sürecin bireyler üzerindeki etkilerini yani “toplumsal sorunları” ele almıştır. Mustafa Kutlu, “Bu Böyledir” adlı hikâyesinde bilinç akışı, iç konuşma (iç monolog), diyalog, metinlerarasılık, geriye dönüş, özetleme gibi modern/postmodern anlatım tekniklerinden yararlanarak çoklu anlam katmanları oluşturmuştur.
“Uzun Hikâye” isimli eseri 2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarılmış ve büyük ilgi görmüştür.
Eserleri: Ortadaki Adam, Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Bu Böyledir, Hüzün ve Tesadüf, Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Hayat Güzeldir, Şehir Mektupları…
Uyarı: Bilinç akışı tekniği, kahramanın zihninden geçenleri, olduğu gibi aktarma çabasıdır. Bu teknikte amaç bireyin iç dünyasında şekillenen duygu ve düşüncelerin doğal olarak yansıtılmasıdır. İç konuşma okuyucuyu, kahramanın iç dünyasıyla karşı karşıya getiren bir yöntemdir. Yöntemin uygulandığı bölümlerde anlatıcının varlığı ortadan kalkar. Bu tekniğin kullanıldığı eserlerde dil, konuşma diline daha yakındır.
Mustafa Kutlu, hikâyesinde dramatik, bilinç akışı ve iç konuşma tekniklerini kullanarak kişilerin fiziksel özelliklerini, iç dünyalarını, sosyal durumlarını ve kişisel özelliklerini tanıtmıştır. Kahramanların iç konuşmalarıyla kimi zaman modern hayat karşısında arada kalan insanlara yönelik ironik bir anlatım oluşturmuştur.
Küçürek (Minimal) Hikâye
Küçürek hikâye, hikâyenin bir alt türüdür. Resim, sinema gibi sanat dallarında ortaya çıkan minimal yaklaşım, hikâye türünü etkilemiştir. Bu etkileşimin bir sonucu olarak 20. yüzyılın sonlarında küçürek hikâye ortaya çıkmıştır.
Küçürek hikâyeler az sayıda kelime ile yoğun bir anlatıma sahipler. Türk edebiyatında küçürek hikâyenin öncü isimlerinden Ferit Edgü, bu tür hikâyeleri “yalnızca bir ânın saptaması olan öykücükler” olarak niteler.
Bu tür hikâyelerde ele alınan durumun en çarpıcı, en can alıcı noktası üzerinde durulur. Küçürek hikâyeler küçük hacimli olduğu için kişi, zaman, mekân gibi unsurları sınırlı bir şekilde yer alır. Kısalık, yoğunluk ve imgesel anlatım bu tür öykülerin en belirgin özellikleridir. Bu bakımdan dil ve anlatımı şiirseldir. Anlatımdan çok sezdirmeye dayanan bu hikâyeler çok anlamlı, çağrışıma açık metinlerdir.
DİL BİLGİSİ
Kelimeler Arasındaki Anlam İlişkileri
- 1. Eş Anlamlı Kelimeler
Yazılışları farklı, anlamları aynı olan kelimelerdir. Bu tür kelimeler birbirlerinin yerini tutabilir. Eş anlamlı kelimelerin birisi genelde yabancı kökenlidir. Örneğin kıymet-değer, cevap-yanıt, sene-yıl eş anlamlı kelimelerdir.
Uyarı: Atasözleri ve deyimler gibi bazı durumlarda eş anlamlı kelimeler birbirinin yerine kullanılamaz:
“Ak akçe kara gün içindir.” cümlesinde kara kelimesi yerine siyah kelimesi kullanılamaz.
- 2. Yakın Anlamlı Kelimeler
Yazılışı farklı olan, anlamdaş gibi göründüğü hâlde aralarında anlam farkı bulunan kelimelerdir. Bunlar çoğunlukla Türkçe kelimelerdir. Örneğin; göndermek-yollamak, bezmek-bıkmak-usanmak, dilemek-istemek, çevirmek-döndürmek, söylemek-demek-konuşmak, bakmak-seyretmek…
- 3. Zıt Anlamlı Kelimeler
Anlamca birbirinin karşıtı olan kelimelerdir. Bu tür kelimeler iki zıt noktayı belirtir. Örneğin siyah-beyaz, uzun-kısa, aşağı-yukarı, ileri-geri, var-yok, gelmek-gitmek zıt anlamlı kelimelerdir.
Uyarı: Tüm kelimelerin zıt anlamlısı yoktur. Bir kelimenin olumsuzu, karşıtı değildir. Örnek:
“Yeni bir gömlek giyebilsem.” cümlesinde altı çizili kelimenin karşıt anlamlısı “eski” kelimesidir.
Uyarı: Kelimeler arasındaki karşıtlık cümledeki kullanıma göre değişir. “Doğru” kelimesinin zıt anlamlısı bir cümlede “eğri” olurken, bir diğerinde “yanlış” olabilir.
- 4. Eş Sesli Kelimeler
Yazılışı ve okunuşu aynı olduğu hâlde anlamları farklı olan kelimelerdir. Bunlar yalın hâlde olabildikleri gibi ek almış hâlde de olabilirler. Bu kelimelerin anlamları arasında hiçbir ilgi yoktur.
- Devirsem şu tavşanı. (Ayakta veya dik duran bir şeyi düşürmek, yatay duruma getirmek.)
- Devir çok değişti. (Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası.)
Bu cümlelerde altı çizili kelimeler eş sesli kelimelerdir.
- 5. Nicel ve Nitel Anlamlı Kelimeler
Varlıkların sayılabilen, ölçülebilen, azalıp çoğalabilen özelliklerini gösteren kelimelere nicel anlamlı; varlıkların nasıl olduğunu, niteliğini gösteren kelimelere “nitel anlamlı” kelimeler denir. Örnek:
Elinde ağır bir valizle güç bela yürüyordu. (nicel)
Ortaya oval bir havuz. \ Ne zaman o tahta sıralara oturdum? (nitel)
ŞİİR
Saf Şiir
Saf şiir, her türlü ideolojik söylem ve sosyal kaygıdan uzak, “sanat için sanat” anlayışıyla güzellik duygusuna ulaşmak amacıyla ortaya çıkan bir anlayıştır. Bu anlayışa göre bir sanat eserinin tek amacı vardır, o da güzeli ifade etmektir.
Saf şiir anlayışını benimseyen şairlerde “şiirin düşüncelerden çok kelimelerle yazılması gerektiği” inancı hâkimdir. Bu şairler, şiirde mısra yapısına ve kelime seçimine büyük önem vermişler, dil ve söyleyiş güzelliğini her şeyin üstünde tutmuşlardır. İyi ve güzel eserler vermek için, biçim ve ahenk açısından mükemmel bir forma ulaşmaya çalışmışlardır. Bunu başarmak için kimi zaman bir şiir üzerinde uzun yıllar çalışmışlardır.
İçerik olarak insanın iç dünyasına, ruhunun derinliklerine yönelmişler; insanı en ince ayrıntısıyla ve bütün derinliğiyle anlatmayı amaçlamışlardır. Ayrıca mitolojiyi, tarihi ve tabiatı konu olarak ele almışlardır.
Türk edebiyatında saf şiir anlayışı özellikle Fransız edebiyatından Paul Valery(Pol Valeri) , Stephan Mallarme (Stefan Malermö), Paul Verlaine (Pol Verleyn), Arthur Rimbaud (Artur Rimbo) gibi şairlerin ileri sürdüğü görüşler üzerine inşa edilmiştir.
Şiirde şekil, mısra, kelime seçimindeki titizlik ve anlam gibi konularda ortaya konulan fikirlerin zamanla olgunlaşması saf şiiri şekillendirmiştir. Modern Türk şiirinde Yahya Kemal ve Ahmet Haşim bu anlayışın ilk örneklerini vermişlerdir. Yahya Kemal “deruni ahenk”, Ahmet Haşim ise “musiki ile söz arasında sözden ziyade musikiye yakın” ifadeleriyle saf şiir anlayışlarını ortaya koymuşlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Özdemir Asaf, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ziya Osman Saba saf şiirin önemli temsilcileridir.
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
Diyarbakır’da doğdu. Ortaöğrenimini Saint Joseph (Sen Josef) ve Galatasaray Liselerinde tamamladı. Mülkiye Mektebinde ve Paris Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu.
Çeşitli dergilerde çıkan ilk şiirleri, temiz dili ve yeni buluşlarıyla dönemin edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı. Şiirlerinde, Ahmet Hamdi, Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve Ahmet Kutsi gibi Türk şairlerin yanı sıra Baudelaire (Bodler) ve Verlaine (Verlen) gibi Fransız şairlerinden etkileri görülür.
Cahit Sıtkı’ya göre şiir, “Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.” Şiirlerini saf şiir anlayışına bağlı olarak kaleme almıştır. Söyleyiş, bakımından kusursuz bir şiir dili oluşturmayı amaçlamıştır. “Otuz Beş Yaş” şiiriyle bir yarışmada birincilik ödülü almıştır.
Eserleri: Ömrümde Sükût, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Sonrası, Ziya’ya Mektuplar, Gün Eksilmesin Penceremden.
Cumhuriyet Sonrası (1923-1960) Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir
Ağırlıklı olarak Marksist estetikten beslenen toplumcu gerçekçi anlayış, Türk edebiyatında ilk olarak Nazım Hikmet, Ercüment Behzat Lav ve İlhami Bekir Tez’in şiirlerinde görülür. Özellikle Nazım Hikmet’in açtığı yolda 1930’lardan itibaren toplumcu gerçekçi anlayış Türk edebiyatında yaygınlaşmaya başlar. Bu yıllarda sanat yapıtını ortaya çıkaran sebepler ile halk ve sanat arasındaki ilişkiler üzerinde durulur. “İşçilerin ve emekçilerin şairi olduğunu” söyleyen Nazım Hikmet’e göre sanat, toplumsal şartların belirlediği bir üretim biçimidir. Serbest nazımla yazdığı şiirlerle hem kendisinden sonra gelen kuşağı, hem de 1960 sonrası Türk şiirini etkilemiştir.
Uyarı: Serbest nazım, vezin ve kafiye kurallarını dikkate almayan ve bu unsurlara bağlı olmadan yazılan şiir tarzıdır. Türk edebiyatında Nazım Hikmet ve Ercüment Behzat Lav’ın şiirleri ile yaygın şekilde kullanılmaya başlamış, daha sonra Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı “I. Yeni” akımıyla Türk şiirinde hâkim tarz hâline gelmiştir.
Türk edebiyatında Nazım Hikmet ve Ercüment Behzat Lav’ın şiirleri ile yaygın şekilde kullanılmaya başlamış, daha sonra Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı “I. Yeni” akımıyla Türk şiirinde hâkim tarz hâline gelmiştir. Bu şairler genellikle serbest nazımla şiirlerini kaleme almışlardır. Serbest şiiri, söyleyecekleri şeylere daha yatkın düştüğü ve aradıkları ses tonuna onda ulaşabildikleri için seçmişlerdir.
İkinci Yeni şiirinin öne çıktığı 1950’lerde Toplumcu gerçekçi şiir, geri planda kalır gibi olsa da Türkiye’deki siyasi ve toplumsal gelişmelere paralel olarak 1960’lardan 1980’e kadar etkili olmuştur.
Toplumcu gerçekçi şairlerin ortak özellikleri şunlardır:
- Şiirde biçimden çok içeriğe önem vermişlerdir.
- Serbest nazımla şiirlerini yazmışlardır.
- “Toplum için sanat” ilkesiyle eserlerini vermişlerdir.
- Yoksulluk, halkın sömürülüşü ve emperyalizm karşıtlığı, özgürlük isteği ve barış özlemi gibi temaları ele almışlardır.
- Şairler, ideolojilerini şiirlerine yansıtmıştır.
- Şairler daha çok söylev üslubuna benzer bir tonda, yüksek sesle ve marş olarak okunmaya uygun şiirler üretmiştir.
- Gelecekçilik (fütürizm) akımından etkilenmişlerdir.
Nazım Hikmet Ran (1902-1963)
Çağdaş Türk şiirinin en önemli şairlerinden olan Nazım Hikmet, Selanik’te doğmuştur. 1921’de Moskova’ya gitmiş ve burada sosyoloji ve sanat tarihi okumuştur. Moskova’da fütürizm (gelecekçilik) akımıyla tanışmış ve özellikle Mayakovski’den etkilenmiştir. Türk dilinin zengin ses sisteminden ve ses uyumlarından yararlanarak Türk şiirine serbest nazmı getirmiştir. Öz, biçim ve tema bakımından yeni şiirleriyle serbest nazımla toplumcu gerçekçi şiirin ilk örneklerini vermiştir.
Şiirlerinde, hayat, ölüm, adalet, barış, kadın, çocuk, aşk, vatan ve insan sevgisi gibi temaları ele almıştır. Şiir dışında roman, tiyatro, masal, mektup gibi türlerde eserler vermiştir. Kendisinden sonra gelen pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Şiirleri elliyi aşkın dile çevrilmiştir.
Eserleri: Güneşi İçenlerin Türküsü, 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, 1+1=Bir, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, Taranta Babu’ya Mektuplar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Kurtuluş Savaşı Destanı, Memleketimden İnsan Manzaraları…
Millî Edebiyat Anlayışını Yansıtan Şiir
- Meşrutiyetin ilanından sonra Genç Kalemler dergisi etrafında bir araya gelen Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi sanatçıların çabalarıyla Millî Edebiyat anlayışı ortaya çıkar. Türkçülük ve milliyetçilik akımları etrafında meydana gelen bu edebiyat anlayışı dilde sadeleşme (millî dil), hece ölçüsünü kullanma (millî vezin), Anadolu insanının sorunlarını dile getirme (millî konular) anlayışına dayanmaktadır.
Millî Edebiyat anlayışı 1910’ların başlarından 1920’lerin ortalarına kadar en yoğun dönemini yaşamış Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında da İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar varlığını sürdürmüştür. Cumhuriyet’in ilanından sonra sanatçılar; Anadolu’ya, halk kültürüne ve folkloruna yönelmişler; bu anlayışla birçok eser kaleme almışlardır.
Millî Edebiyat anlayışını Cumhuriyet Dönemi’nde devam ettirenlerden bazıları şunlardır:
Faruk Nafiz’in başını çektiği “Beş Hececiler”, Ahmet Kutsi Tecer, Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay, Kemalettin Kamu, Halide Nusret Zorlutuna, Behçet Kemal Çağlar, Mithat Cemal Kuntay, Ömer Bedrettin Uşaklı, Zeki Ömer Defne, Şükufe Nihal Başar, Necmettin Halil Onan…
Bu sanatçılar, bir edebî topluluk oluşturmamış ancak işledikleri temalar, kullandıkları dil ve kullandıkları nazım biçimleri açısından benzer şiirler yazmışlardır. Dilin sadeleşmesinde ve hece ölçüsünün yaygınlaşmasında Türk edebiyatına önemli katkılar yapan bu sanatçılar millî konuları sanatçı duyarlılığı içinde işleyerek ortaya koymuşlardır.
Cumhuriyet Dönemi’nde Millî Edebiyat zevk ve anlayışını devam ettiren şairlerin ortak özellikleri şunlardır:
- Milliyetçilik ve Türkçülük akımından etkilenmişlerdir.
- Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir.
- Halk şiirinin imkânlarından yararlanarak modern şiirler yazmışlardır.
- Hece ölçüsünü esas almışlardır.
- Sade bir dille yazmışlar, mahallî söyleyişlere yer vermişlerdir.
- Şiirlerinde söylev tarzı bir eda vardır.
- Şiirleri lirik olduğu kadar didaktik özellik gösterir.
Arif Nihat Asya (1904-1975)
İstanbul’da doğmuştur. Kastamonu Lisesini ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu bitirmiştir. 23 yıl öğretmen olarak çeşitli illerde görev yaptı. Bir dönem milletvekilliği yapmıştır. Çeşitli gazetelerde fıkra yazarlığı yapmıştır.
“Bayrak Şairi’’ olarak ünlenmiştir. Biçim güzelliğinden çok içeriğe önem vermiş; şiirlerinde vatan, yiğitlik, tarih bilinci, yurt güzellikleri, din, tasavvuf, aşk temalarını işlemiştir. Şiirlerini aruz ölçüsü, hece ölçüsü ve serbest ölçüyle yazmıştır. Halk ve divan edebiyatı nazım şekilleriyle kaleme aldığı şiirlerinin yanında serbest nazmı kullandığı şiirleri de vardır.
Eserleri: Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Kubbe-i Hadra, Rubâiyyat-ı Arif, Kökler ve Dallar, Dualar ve Âminler, Emzikler, Ses ve Toprak, Aynalarda Kalanlar, Kıbrıs Rubaileri, Yastığımın Rüyası, Ayetler…
Garip Akımı (I. Yeni)
Garip akımı, Türk şiirine getirdiği yenilik ve değişikliklerle Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin dönüm noktalarından biridir. Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın 1941 yılında birlikte yayımladıkları “Garip” adlı kitapla bu akım başlamıştır. Garipçiler, şiir hakkındaki görüşlerini bu kitabın ön sözünde dile getirmişlerdir. Kendilerinden önceki şiir ve sanat anlayışını temelinden değiştirmeyi amaçlayan bir tavırla yeni ve alışılmadık bir şiir anlayışı ortaya koymuşlardır. Garipçiler;
- Şiirde ölçü ve uyağa karşı çıkmışlardır. Ahenk konusunda, mısracı ve musikici görüşler benimsenmemelidir.
- Şiir dilinde şairanelikten kaçınılmasını, edebî sanatlara başvurulmamasını savunmuşlardır.
- I.Yenilere göre görülen ve hissedilen şeyler herkesin kullandığı kelimelerle anlatılmalı; şiirde parça ve mısra güzelliğinden daha çok bütün güzelliği önemsenmeli.
- Gerçeküstücülük (sürrealizm) akımından etkilenmişlerdir.
- Türk şiirini yıpranmış kalıplardan, klişe sözlerden kurtarıp sokağa, gerçek hayata taşımışlardır.
- Eskiye ait olan her şeyin yıkılması prensibiyle yola çıkmışlardır.
- Garipçiler; yergi ve mizahtan yararlanarak sıradan insanların duygu ve düşüncelerini yapmacıksız ve doğal bir söyleyişle şiire taşımışlardır.
Orhan Veli Kanık (1914-1950)
İstanbul’da doğmuştur. Ankara Lisesini bitirmiştir. İstanbul Üniversitesinde felsefe eğitimine başlamış ancak eğitimini yarım bırakarak Ankara’ya dönmüş, PTT Genel Müdürlüğünde ve Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunda çalışmıştır.
Lise yıllarında tanıştığı Melih Cevdet ve Oktay Rifat’la birlikte 1941 yılında “Garip” adlı kitap yayımlamışlardır. Orhan Veli, Garip akımının sanat anlayışısını kitabın ön sözünde açıklamıştır. Eser, şiirleri ve ön sözüyle o günlerde büyük tepki toplamıştır.
Gündelik hayatın her yönünün şiire konu olabileceğini savunmuş; şiirin ölçü, uyak gibi alışılagelmiş klişelerden, kalıplardan ve kurallardan bağımsızlaşarak da yazılabileceğini göstermiş; eserlerinde ağır sanatsal ifadeler, kalıplaşmış benzetmeler yerine, daha basit ve yalın olan halk dilini kullanmayı benimsemiştir. Eserlerinde, zaman zaman hiciv ve mizah unsurlarından yararlanmıştır. Ölümünden sonra bütün şiirleri birleştirilerek basılmıştır: Orhan Veli-Bütün Şiirleri.
Eserleri: Garip (Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le birlikte), Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi…
İkinci Yeni
İkinci Yeni hareketi, “Garip” akımına tepki olarak ortaya çıkmıştı. 1953’te ilk örnekleri verilen bu hareket 5-6 yıl sürmüş, 1960’a doğru etkinliğini kaybetmişti. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kemal Özer, Ülkü Tamer ve Sezai Karakoç bu hareketin önemli şairleridir. 1956’dan sonra “Pazar Postası” adlı dergide bir araya gelen bu şairler; ortak bir manifestoya sahip değildi ancak Türk şiirinin gelişiminde büyük etki bırakmıştır.
“Sanat için sanat” anlayışını benimsemişlerdir. Hem Garip akımına hem de toplumcu gerçekçi şiir anlayışına karşıdırlar. Temel gayeleri “saf şiir” e ulaşmaktır. Bunun için konuşma dilinden uzaklaşarak soyut bir şiir dili oluşturmaya çalışmışlar; Türkçe’nin yapısını zorlayarak gramer kurallarını göz ardı etmişlerdir. Türk şiirine dilin kullanımı ve yeni imgeler oluşturma yönünden yeni bir boyut getirmişlerdir. İkinci Yeniciler, gerçeküstücü şairlerden etkilenerek insanın bilinçaltı dünyasını aktarmaya çalışmışlardır.
İkinci Yeni şiirinin temel ilkeleri şunlardır:
- Sanat için sanat anlayışıyla eserler vermek,
- Halka değil, aydınlara seslenmek,
- Edebî sanatlara yer vermek,
- İmgeci bir şiir oluşturmak,
- Konuşma diline, ortak dile sırt çevirmek,
- Kelimelerin çağrışımına dayalı, soyut bir şiir dili oluşturmak,
- Halkın hayatından ve kültüründen uzaklaşmak,
- Şehir yaşamında kaybolan yalnız insanı ele almak.
İlhan Berk (1918-1956)
Manisa’da doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdi. Çeşitli illerde öğretmenlik yaptı.
İlk şiir kitabı olan “Güneşi Yakanların Selamı” 1937’de yayımladı. “İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı” gibi destansı yönü ağır basan şiirler yayımladı. Geleneksel vezinli-kafiyeli tarzdaki ilk şiirlerinden sonra, sürekli bir arayış içinde olmuş, sonunda kendine has bir şiir dili oluşturarak İkinci Yeni’nin öncülerinden olmuştur. Şiirlerinde tarih, coğrafya, kent ve cinsellik temalarını ele almıştır.
Behçet Necatigil, İlhan Berk için “Şiirimizin uç beyi” der.
Eserleri: Galile Denizi, Çivi Yazısı, Otağ, Âşıkane, Taşbaskısı, Şenlikname, İstanbul Kitabı, Kitaplar Kitabı, Deniz Eskisi-Şiirin Gizli Tarihi, Galata, Avluya Düşen Gölge, Şeyler Kitabı Ev, Çok Yaşasın Sayılar; Şifalı Otlar Kitabı, Bir Uzun Adam, El Yazılarına Vuruyor Güneş, Sanat anlayışı…
Dinî Değerleri, Geleneğe Duyarlığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Şiir
Türk Edebiyatında özellikle divan ve tekke şairleri tarafından yazılan tasavvufi eserler yüzyıllardır süregelen dinî değerleri, geleneğe duyarlığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran bir şiir geleneği oluşturmuştur. Bu gelenek Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında da devam etmişti.
Şairler, geleneksel unsurları modern şiir biçimleri ile sentezlemişlerdir. Sezgicilik ve mistisizm akımlarının etkisiyle metafizik ve dinî konuları ele almışlardır. Geleneksel Türk-İslam kültür, sanat ve edebiyat birikimlerinden değişik şekillerde yararlanmışlardır.
Necip Fazıl Kısakürek ve Asaf Hâlet Çelebi Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinde dinî duyarlılıkları şiirine yoğun bir şekilde yansıtan ilk isimlerdir. Özellikle Necip Fazıl mistik şiire gerçek anlamda yön veren isimlerden biri olmuştur. Necip Fazıl, daha sonraki kuşak şairlerinden Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Ebubekir Eroğlu, İsmet Özel gibi şairler üzerinde de etkili olmuştur. Bu şairler tasavvufi kavramları, sembol ve mecazları yeniden yorumlamışlar; modern şiirin imkânlarıyla dinî değerleri, geleneğe duyarlığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran şiir anlayışına yeni bir boyut kazandırmışlardır.
Cahit Zarifoğlu (1940-1987)
Ankara’da doğdu. Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Muhasebecilik, çevirmenlik yaptı.
Dinî değerleri, geleneğe duyarlığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran modern şairlerden biri de Cahit Zarifoğlu’dur. İslami duyarlılığı yüksek, yaşantısıyla örnek bir şahsiyet olarak da bilinir.
Üniversite yıllarında çeşitli dergilerde yayımlana şiir ve yazılarıyla tanınan Zarifoğlu; şiir, hikâye, günlük, roman, deneme, masal ve tiyatro gibi birçok türde eser verdi. Benlik, varoluş sorunu, Doğu-Batı çatışması, aşk, aile gibi soyut ve bireysel temalı ilk şiirleriden sonra Allah ve Peygamber sevgisi ön plana çıkardığı dinî-tasavvufi (içe dönük) şiirler yazdı. Kendine has bir şiir diliyle imgeli, kapalı şiirler yazmıştır.
Eserleri: İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış; İns, Serçekuş, Ağaçkakanlar, Katıraslan, Yürek Dede ile Padişah, Motorlu Kuş…
1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir
Türkiye’de 1940 sonrasında değişmeye başlayan sosyal ve siyasi hayat toplum ve birey üzerinde değişikliklere neden olur. Bu değişim, 1960 sonrasında hız kazanır. Özellikle siyasi hayattaki hareketlilik ve bu hareketliliğin getirdiği sosyal ve kültürel hayattaki problemler dönemin eserlerine yansır.
Türk şiiri 1960’lı yıllarda ülkedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin etkisiyle 1950’lerdeki İkinci Yeni şiir anlayışından uzaklaştı ve toplumcu gerçekçi şiir anlayışı Türk edebiyatında yeniden canlanmaya başladı. “Ant, Devinim, Halkın Dostları, Gelecek, Yansıma” gibi dergilerde yazan Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Refik Durbaş, Nihat Behram, Kemal Özer, Gülten Akın gibi şairler bu anlayışla eserler vermeye başlarlar.
1960’dan sonra Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarının yeniden yayımlanmaya başlaması, dönemin siyasi atmosferi 60 kuşağı olarak bilinen bu şairleri etkiler. İkinci Yeni’yi, “bireyci, toplumdan uzak bir burjuva şiiri” olarak suçlarlar.
Açık, sade, insancıl bir şiir kur kurup halkı aydınlığa çıkarma iddiasındadırlar. Bundan dolayı da “toplum için sanat” anlayışıyla şiirlerini yazarlar.
Ataol Behramoğlu (1942-1956)
İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini Çankırı Lisesinde, yükseköğrenimini Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı.
İlk şiirlerinde İkinci Yeni’nin etkisi görülürken daha sonraki şiirlerinde toplumcu gerçekçi şiir anlayışına bağlıdır. 1960’lı yıllar toplumcu kuşağının manifestosu niteliğindeki şiirlerden “Bir Gün Mutlaka”yı 1965’te yayımladı. 1970’de İsmet Özel ile yayımlamaya başladıkları “Halkın Dostları” dergisi geniş yankı uyandırdı. Asya-Afrika Yazarlar Birliği 1981 Lotus Ödülü, 2002’de Türkiye P.E.N. Yazarlar Derneği “Dünya Şiir Günü Büyük Ödülü”, 2008’de Rusya Federasyonu’nca Uluslararası Puşkin Nişanı verildi.
Şiirlerinde toplum ve bireyi, yaşamın bütünlüğü içinde ele alır. Şiirlerinin yanı sıra edebiyat ve kültür üzerine yazıları, hazırladığı antoloji ve çevirileriyle de tanındı. Deneme, inceleme, anı, gezi, mektup, tiyatro türlerinde de eserler vermiştir.
Eserleri: Bir Ermeni General, Bir Gün Mutlaka, Kuşatmada, Dörtlükler, Kızıma Mektuplar, Eski Nisan, Sevgilimsin, Aşk İki Kişiliktir, Bebeklerin Ulusu Yok, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var; Yaşayan Bir Şiir, Kardeş Türküleri; Büyük Türk Şiiri Antolojisi (2 cilt)…
1980 sonrası Türk Şiiri
1980 sonrasında yaşanan sosyal, siyasi ve ekonomik olaylardan tabi Türk edebiyatı da derinden etkilenmişti. Bu dönemde toplumcu gerçekçi anlayışı egemenliğini yitirmiş ve bireysel eğilimler çoğalmıştır. 1980 sonrası Türk şiirinde ortak bir sanat anlayışı olan, belirli bir eğilim ya da edebî topluluk oluşmamıştır. Yani şairler, şiirlerini bireysel olarak dergilerde yayımlamışlardır.
Baki Asiltürk, “Türk Şiirinde 1980 Kuşağı” adlı kitabında 1980 sonrası şiiri şöyle tasnif eder: “İmgeci Şiir” , “Anlatımcı Şiir”, “Gelenekselci Şiir”, “ Toplumu Gerçekçi Şiir”, “Yeni Garipçi Şiir”, “Folklorik-Mitolojik Şiir”, “Metafizik Şiir”…
Farklı şiir anlayışlarına yönelen bu dönem şairleri gelenekten yararlanmışlar, iyi şiire ulaşmak istemişlerdir. Şiirlerinde imgeye ve uzak çağrışımlara önem vermişler. Bu yönden şiirleri İkinci Yeni şiiriyle benzerlik gösterir. Şiir, düz yazıya yaklaştırılmış; şairler, kapalı bir anlatım benimsenmişlerdir.
Abdülkadir Budak, Adnan Özer, Haydar Ergülen, Hulki Aktunç, Hüseyin Atlansoy, Veysel Çolak, Küçük İskender, Lale Müldür, Metin Cengiz, Nevzat Çelik, Sedat Umran, Osman Konuk, Tuğrul Tanyol, Seyhan Erözçelik, Murathan Mungan 1980 sonrası Türk şiirinde öne çıkan şairlerdir.
Haydar Ergülen (1956-…)
Eskişehir’de doğdu. ODTÜ Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Anadolu Üniversitesinde asistan olarak çalıştı. İstanbul’da reklam yazarlığı yaptı. Hâlen üniversitelerde edebiyat üzerine dersler vermektedir.
1980 sonrası Türk şiirinin önemli isimlerindendir. 1979’dan itibaren çeşitli dergilerde şiirleri yayımlanan Ergülen, şiirlerinde geleneksel ve modern şiirin birikiminden yararlanır. Şiirleri biçim olarak II. Yeni şiirine yakındır. Her şiirini bir imge etrafında şekillendiren Ergülen’in şiirlerinde alışılmamış benzetmeler ve çağrışım zenginliği görülür. Ölüm, yalnızlık, hüzün, dostluk, kardeşlik, sevgi ve aşk gibi temaları işler. Ergülen, şiir kitaplarıyla birçok ödül almıştır.
Eserleri: Karşılığını Bulamamış Sorular, Sokak Prensesi, Sırat Şiirleri, Eskiden Terzi, Karton Valiz, Ölüm Bir Skandal, Nar: Toplu Şiirler I, Hafız ile Semender: Toplu Şiirler II, Üzgün Kediler Gazeli; Haziran, Tekrar, Üvey Sokak…
Millî Edebiyat Dönemi’nde başlayan halk edebiyatına yöneliş Cumhuriyet Dönemi’nde daha da yaygınlaşmıştır. Cumhuriyet’in ilanıyla halk kültürüne ve edebiyatına önem verilmiş, halk edebiyatı ürünleri derlenerek yazıya geçirilmiş ve halk şairleri daha geniş kitlelerce tanınmıştır. Kökleri Orta Asya’ya kadar uzanan halk şiiri geleneği kendisini ortaya çıkaran şartlar ortadan kalktığı için Cumhuriyet Dönemi’nde önceki yüzyıllara göre daha sınırlı olsa da köy ve kasabalarda devam etmiştir. Bu geleneği sürdüren Âşık Veysel, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Feymani, Âşık Mahzuni ve Abdurrahim Karakoç gibi büyük halk ozanları yetişmiştir. Ayrıca Cumhuriyet Dönemi şairleri, halk şiiri geleneğinden beslenerek Türkçe güzel şiirler yazmışlardır.
| Cumhuriyet Dönemi Halk Şiirinin Önemli Temsilcileri | Eserleri |
| Âşık Feymani: Osmaniye’de doğdu. Güzelleme, koçaklama, taşlama, nasihat, mektup, destan ve devriye tarzında yüzlerce şiir söylemiştir. Hemen hemen her konuda taşlama söylemiştir. Atışmaları başarılı olup, öğretici niteliktedir. Çukurova âşıklık geleneği içerisinde önemli bir yere sahiptir. | Ahu Gözlüm, Barışmam, Anadolum, Mevlana, Bugün Bayramdır… |
| Âşık Mahsuni Şerif: Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk şiirlerinde kendi iç dünyasını eserlerine yansıtmış daha sonra toplumsal olayları konu edinmiştir. Halk şiir geleneğiyle toplumcu gerçekçi anlayışı harmanlayarak şiirlerini söylemiştir. Güncel konularda taşlamalar yazmıştır. Şiirlerini saz eşliğinde söylemiştir. | İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım, Bu Mezarda Bir Garip Var, Dom Dom Kurşunu, Yuh Yuh… |
| Abdurrahim Karakoç: Kahramanmaraş’ta doğdu. Saz çalmamakla birlikte şiirlerini halk şiiri gelenekleri doğrultusunda yazmıştır. Taşlamalarıyla tanınan şair, “Mihriban” adlı şiiriyle geniş kesimler tarafından sevilmiştir. | Hasan’a Mektuplar, Haber Bülteni, Kan Yazısı, Beşinci Mevsim…
|
| Şeref Taşlıova: Ardahan’da doğdu. Günümüz saz şiirinin önde gelen temsilcilerindendir. Şiirlerinde aşk, hasret, tabiat ve sosyal konuları işlemiştir. Âşık makamlarını ve halk hikâyeciliği bilir. Kendi deyişleri yanında usta malı eserler de söylemektedir. | Ben Bir Şeyda Bülbül, Güzel Görünür, Gönül Bahçesi… |
| Murat Çobanoğlu: Kars’ta doğdu. Usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiştir. Babasından öğrenip söylediği Kiziroğlu Mustafa Bey türküsüyle tanınmıştır. Çobanoğlu, âşıklık geleneğini yaşatmak için önemli çalışmalar yaptı. Atışma, taşlama, şiir, hikâye anlatma, leb değmez ve muamma dallarında sürekli birincilikler kazanmıştır. Folklor alanında çalışmalarının yanı sıra radyo ve televizyonlarda âşıklık geleneğiyle ilgili bazı programlarda sazı ve sesiyle çalıp söyledi. Kendi türkülerinin yanında usta malı türküleri de genç kuşaklara aktarmıştır. | Cumhuriyet Destanı, Öğretmen, Dertli Bülbül, Neyine Güvenemem Yalan Dünyanın… |
| Âşık Veysel Şatıroğlu: Sivas’ta doğdu. Çocukken geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden gözünü kaybetti. Küçük yaşta saz çalmayı öğrenen Âşık Veysel âşıklık geleneği içinde yetişmiş ve bu geleneği başarıyla temsil etmiştir. Ahmet Kutsi Tecer tarafından düzenlenen bir yarışma ile tanınmıştır. Şiirlerinde “yaşama sevinci, aşk, tabiat, vatan, din, ahlâk, hasret ve gurbet” temalarını işlemiştir. Sade bir Türkçeyle söylediği şiirlerinde halk şiiri geleneğinin içerik ve biçim özelliklerini ustalıkla işlemiştir. | Dostlar Beni Hatırlasın, Deyişler, Sazımdan Sesler… |
DİL BİLGİSİ
Kelimelerde Anlam Değişmeleri
Kelimenin zamanla karşıladığı kavramdan az çok uzaklaşması ya da yeni bir kavramı yansıtması durumuna kelimede anlam değişmesi denir.
1. Anlam Genişlemesi
Bir kelimemin bir nesnenin, bir işin bir bölümünü ya da bir türünü gösterirken zamanla o nesnenin bütününü, bütün türlerini anlatır duruma gelmesine anlam genişlemesi denir. Anlam genişlemesine uğrayan kelimelere çok anlamlı kelimeler de denir. Bir kelimenin, anlam genişlemesi yoluyla, asıl anlamı ile olan ilişkisini kaybetmeden yeni anlamlar kazanmasına çok anlamlılık denir.
Örneğin “yol” kelimesinin ilk anlamı “yürünen yer” dir. Yol kelimesi anlam genişlemesine uğrayarak “yöntem”, “davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi” anlamlarını kazanmıştır.
2. Anlam Daralması
Bir kelimenin eskiden anlattığı nesnenin bir bölümünü, bir türünü karşılar duruma gelmesine denir. Örneğin, eski Türkçede “çocuk, evlat” anlamına gelen “oğul” kelimesi günümüzde sadece “erkek çocuğu” anlamında kullanılmaktadır.
3. Anlam Kayması (Başka Anlama Geçiş)
Bir kelimenin başlangıçta karşıladığı anlamdan uzaklaşarak yeni bir anlamı karşılamasına denir. Örneğin; “koca” kelimesi eskiden yaşlı adam anlamında kullanılırken bugün kadının eşi anlamında kullanılmasına anlam kayması denir.
4. Anlam İyileşmesi
Bir kelimenin eskiden kötü bir anlamı varken zaman içinde daha iyi bir anlam kazanmasına denir. Örneğin “yavuz” kelimesinin eskiden sahip olduğu “kötü, hırsız” anlamının yerine “yiğit, kahraman” anlamı kazanmasına anlam iyileşmesi denir.
5. Anlam Kötüleşmesi
Bir kelimenin eskiden iyi bir anlamı varken zaman içinde kötü bir anlam kazanmasına denir. Örneğin “canavar” kelimesinin “canlı, yaşayan, hayvan” gibi anlamlarından uzaklaşarak “yabani, yırtıcı hayvan” gibi olumsuz bir anlamı karşılar hâle gelmesine anlam kötüleşmesi denir.

Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!
Etiketler: Türk Dili ve Edebiyatı 7 Konu Anlatımı, Türk Dili ve Edebiyatı 7 Konu özetleri
Eklenme Tarihi: 6 Ocak 2020




Konu hakkında yorumunuzu yazın