Türk Dili ve Edebiyatı 8 Konu Başlıkları ve Konu Özetleri

yorumsuz
150 views

Türk Dili ve Edebiyatı 8 Konu Başlıkları

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Roman

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Roman Cumhuriyet’in ilk yıllarında, genellikle toplumsal konular, mütareke ve savaş yılları idealist bir memleket edebiyatı anlayışıyla işlenmiş; Cumhuriyet devrimleri de tez…

DİL BİLGİSİ: PARAGRAF

DİL BİLGİSİ: PARAGRAF Paragraf Bir yazının bütünü içinde satır başlarıyla ayrılan bölümleri ve bir yardımcı düşüncenin anlatıldığı cümle veya cümleler topluluğuna paragraf denir. Paragrafın özellikleri…

TİYATRO-1

TİYATRO Seyirciler önünde, oyuncuların sahnede canlandırmaları amacıyla yazılmış sahne sanatıdır. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk,..

TİYATRO-2

TİYATRO Geleneksel Türk Tiyatrosu A.KARAGÖZ Deriden kesilen ve tasvir adı verilen birtakım şekillerin, arkadan ışık yardımıyla beyaz bir perde üzerine çoğunlukla tek kişinin yansıtmasına dayanan…

TİYATRO-3

TİYATRO 1950 Sonrası Türk Tiyatrosu 1950 sonrasında Türk edebiyatında tiyatro yazarlarının sayısında da büyük bir artış, konularda çeşitlilik göze çarpar. Yazarlar daha çok toplumsal sorunları…

DENEME

DENEME Herhangi bir konu üzerinde, yazarın kesin yargılara varmadan görüş ve düşüncelerini samimi bir üslupla kaleme aldığı yazılara denir. Birkaç sayfayı geçmez ve serbest şekilde…

SÖYLEV (NUTUK)

SÖYLEV (NUTUK) Bir topluluğa düşünceler, duygular aşılamak amacıyla söylenen, uzunca, coşkulu ve güzel sözler bütünüdür. Coşkulu ve edebî bir dille yapılır. Bir fikri, bir davayı…

DİL BİLGİSİ: Düşünceyi Geliştirme Yolları

DİL BİLGİSİ: Düşünceyi Geliştirme Yolları Bir paragrafta ileri sürülen görüş ve düşüncelerin inandırıcılığını sağlamak amacıyla yazar tanımlama, örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme (alıntı yapma), sayısal verilerden…
TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI 8
Açıklama: TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI 8 (SEÇMELİ TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI 4)

AÖL Türk Dili ve Edebiyatı 8 Testleri

Açık Lise (548) Türk Dili ve Edebiyatı 8 Testi (Aralık 2019)

Açık Lise (548) Türk Dili ve Edebiyatı 8 Testi (Temmuz 2019)

Açık Lise Türk Dili ve Edebiyatı 8 Testi (Nisan 2019)

Açık Lise Türk Dili ve Edebiyatı 8 Testi (Aralık 2018)

AÖL Seçmeli Türk Dili ve Edebiyatı 4 Testleri

Açık Lise (622) Seçmeli Türk Dili ve Edebiyatı 4 Testi (Temmuz 2019)

Açık Lise (622) Seçmeli Türk Dili ve Edebiyatı 4 Testi (Nisan 2019)

Açık Lise (622) Seçmeli Türk Dili ve Edebiyatı 4 Testi (Aralık 2018)

Türk Dili ve Edebiyatı 8 Konu Özetleri

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Roman

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, genellikle toplumsal konular, mütareke ve savaş yılları idealist bir memleket edebiyatı anlayışıyla işlenmiş; Cumhuriyet devrimleri de tez olarak ele alınmıştı. Yazarlar, sorunlara çözüm getirmekten çok izlenimlerini aktarmışlardı. 1930’lardan itibaren toplumcu gerçekçi anlayışla daha eleştirel bir tutum izlemişlerdi. Sadri Ertem ve Sabahattin Ali, 1950’den sonra yetişen toplumcu gerçekçi yazarlara öncülük etmişlerdir.

1930’lu yıllardan itibaren Peyami Safa eserleriyle kişilerin olay, zaman ve mekânla uyumu, bilinç akışı ve özellikle başarılı psikolojik tahlillerle Türk romanında önemli bir merhale teşkil etti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk romanında ele alınan konular çeşitlendi.  Ekonomik sıkıntılar, çok partili hayata geçişle birlikte, yazarlar köyden kente göç ve gecekondu mahallerindeki sıkıntılar gibi yeni konulara eğilmişlerdi. Bir de “köy edebiyatı” ile birlikte köy ve köylünün sorunları ele alınmıştı.

1960’larda Türk romanımızda hem konu hem de teknik açıdan gelişmeler görüldü. Yazarlar, ortaya çıkan siyasal, toplumsal ve ekonomik değişmeler ve bunların sonuçları üzerinde durdular. Bu dönemde tezli tarihî romanlar yazıldı. Kadın romancıların sayısı büyük artış gösterdi. Aydınların iç bunalımları ve toplumsal bağlantılarıyla birlikte kadın sorunu da ele alındı. Böylece 1960’lı, 1970’li yılların romanlarında birden fazla toplumsal ve bireysel sorunun iç içe geçtiği bir yapı ortaya koyulmuştu. 1960’lardan sonra modernizme karşı ortaya çıkan postmodernizm yaygınlık kazandı.

Örnek verecek olursak; Oğuz Atay “Tutunamayanlar” da yalnızlık, yabancılık ve acı çeken, toplumdan kaçan, herhangi bir çevreye tutunamamış entelektüel insanın romanını yazmıştır. Kurduğu ironik ve eleştirici dil ve anlatımıyla “Tutunamayanlar”, Türk romanında 1990’lı yıllarda öne çıkacak postmodern anlatıyı haber veren eserdir.

1970-1980 yılları arasında roman yazarları sayısında büyük bir artış görüldü. Konu olarak Toplumsal sorunları ele alan romanlar ve tarihî romanlarla birlikte Almanya’ya göç eden Türklerin karşılaştıkları sorunlar anlatıldı. 1980’den sonra bireysel konularla birlikte Türkiye’nin toplumsal yaşamından kesitler verilir; Türk romanında 12 Eylül’ün etkisiyle  psikolojik, fantastik, mistik, yani gerçeküstü ve bireysel temalara yönelim olmuştur. 1980’den sonra yazılan romanlar çoğunlukla Batılılaşma sorunsalı, tarihe kaçış; iç göç, kentleşme, ideolojik kimlik bunalımı; erkek ve kadın eşitliği, ilişkiler sorunsalı ve kuşaklar arası çatışma gibi konularda yazılmıştır.  Bunun yanı sıra roman klasik yapısından uzaklaştırıldı ve postmodernizmin etkisiyle yeni anlatım teknikleri kullanıldı. Yazarlar, belgelere dayanarak tarihe yöneldi. Dinî içerikli romanların sayısında da artış oldu.

Cumhuriyet Dönemi Türk Romanındaki Anlayışlar

Roman türü, Cumhuriyet Dönemi’ndeki siyasi, sosyal, ekonomik ve diğer gelişmelere bağlı olarak gelişim göstermiştir. Bu dönem sanatçılarının roman anlayışları şunlardır:

1. Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Sanatçılar

Millî Edebiyat Dönemi’yle başlayan Anadolu’ya yöneliş Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiştir. Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri gibi isimler, Cumhuriyet Dönemi’nin de ilk romancı neslini teşkil eder. Millî Edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren bu sanatçılar, romanlarında realist bir bakış açısıyla Anadolu insanının yaşam tarzını, aydın-halk çatışmasını, Millî Mücadele’yi, inkılapları ve toplumsal değişimi işlemişler; ahlaki çöküntüler, Doğu-Batı çatışması, yanlış Batılılaşma ve hurafeler üzerinde durmuşlardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban”, Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye”, Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece” romanları bunlardandır.

2. Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Sanatçılar

Cumhuriyet Dönemi Türk romanında bazı sanatçılar bireyin iç dünyasını esas alan eserler vermişlerdir. Bu sanatçıların en tanınmış olanları şunlardır: Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Sâmiha Ayverdi, Abdülhak Şinasi Hisar. Bu sanatçılar, olaylardan ve insanlardan hareketle bireyin iç dünyasını yansıtmaya çalışmışlardır. Peyami Safa’nın 1930 yılında yayımladığı “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” bu anlayışla yazılan ilk romandır. Bu roman, kurgusu ve özellikle başarılı psikolojik tahlilleriyle Türk romanında önemli bir merhale teşkil eder. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”, Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa” romanları bu anlayışla yazılan romanlardandır.

3. Toplumcu Gerçekçi Anlayışla Yazan Sanatçılar

Türk romanının tarihî seyri açısından öne çıkan bir başka gelişme 1930’lu yıllarda toplumcu gerçekçi bir anlayışla eserler verilmesidir. Sabahattin Ali “Kuyucaklı Yusuf’”, Sadri Ertem “Çıkrıklar Durunca”, Memduh Şevket Esendal “Ayaşlı ve Kiracıları” romanlarıyla bu anlayışın ilk örneklerini verirler. Toplumcu gerçekçi roman anlayışı özellikle 1950’lerden 1980’e kadar Türk romanındaki ana eğilimlerinden biri olarak gelişimini sürdürür. Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt diğer toplumcu gerçekçi yazarlarımızdır.

Toplumcu gerçekçi yazarlar, toplumsal sorunlar ve çatışmalar ile köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunları üzerinde yoğunlaşmışlar; eserlerini ağa-köylü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, aydın-cahil çatışması üzerine kurmuşlardır. Toplumcu gerçekçilerin eserlerinde üzerinde durdukları bir başka konu da büyük şehirlere göçün ortaya çıkardığı problemler ve şehrin kenar mahallerindeki hayat olmuştur.

4. Modernizmi Esas Alan Sanatçılar

Türk edebiyatında dış gerçeklikten iç gerçekliğe yönelen, yabancılaşmış bireyi işleyen, farklı kurgusu ve tekniğiyle Türk romanına farklı bir çehre kazandıran modernist roman anlayışı 1950’lerden itibaren örneklenmeye başlar. Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Yusuf Atılgan, Rasim Özdenören, Vüsat O. Bener, Füruzan, Bilge Karasu, Oğuz Atay, Nezihe Meriç modernizmi esas alan önemli sanatçılardır.

Bu yazarlarımız geleneksel roman anlayışından farklı olarak geriye dönüş tekniği ile romandaki kronolojik zaman anlayışını ve neden-sonuç ilişkisini ortadan kaldırmışlardır. Bu yüzden modernist eserlerde iç içe geçmiş zaman ve olaylardan oluşan bir hikâye görülür.

Modernist yazarlar; kahramanların anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi farklı anlatım tekniklerini kullanmışlardır. Geleneksel anlatımın dışına çıkarak yer yer alegorik anlatımdan yararlanmışlar, sözcüklerin çağrışım gücünden yararlanarak şiirsel bir dil kullanmışlardır.

5. Postmodernizmi Esas Alan Sanatçılar

Türk romanında 1960 sonrasında ortaya çıkan, 1980’den sonra yaygınlaşan anlayışlardan biri de postmodernist romandır. Postmodernizm; roman türünün temelini oluşturan olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân, bakış açısı, dil kurgusu ve tematik kurgu gibi unsurları değişikliğe uğratmakla kalmaz; metinlerarasılık ve üstkurmaca gibi birtakım yeni anlatım tekniklerini kullanır. Postmodernist romanlarda yüzyıllarca kabul gören ve kanıksanan roman yapısından farklı bir yapı meydana geldiği görülür. Kuralsızlık bu anlayışın temel özelliğidir. Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”, “Beyaz Kale”, “Benim Adım Kırmızı”; Bilge Karasu’nun “Gece”; Hasan Ali Toptaş’ın “Bin Hüzünlü Haz” adlı eserleri edebiyatımızdaki önemli postmodern romanlardır.

6. Gelenekçi Roman Anlayışına Sahip Sanatçılar

Toplumun kültürel değerlerini kurmacanın dünyasına taşıyan romanlara “gelenekçi roman” denir. Edebiyatımızda gelenekçilik, toplumun kültür değerlerine ilişkin farkındalık oluşturmaya yöneliktir. Sanatçılar; millî ve İslâmî duyarlıktan beslenir; tarihten, yaşama tarzından, inançlardan gelen unsurları eserlerinde işlerler. Bu anlayışla yazılan romanlarda genellikle klasik olay kurgusu, kronolojik zaman ve ilahi (hâkim/tanrısal) bakış açışı görülür.

Sabahattin Ali (1907-1948)

Yazar Gümülcine’de doğdu. 1927’de İstanbul Muallim Mektebini bitirdi. Bir yıl Yozgat’ta öğretmenlik yaptıktan sonra, 1928’de Almanya’ya gönderildi. Yurda döndükten sonra çeşitli dergilerde çevirileri, yazı ve hikâyeleri basıldı. 1946’da Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la Markopaşa gazetesini çıkardı.

Sabahattin Ali; kişiler, olay, sonuç bağlantılarını ustaca ortaya koyan, etkili betimleme gücüyle geleneksel anlatım biçimlerine zenginlikler katan bir yazardır. Toplumsal gerçekçi akımın önemli temsilcilerinden biri kabul edilmiştir. “Kuyucaklı Yusuf” romanı, bu anlayışla yazılmış en başarılı roman örneklerinden biridir.

Eserleri: Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna, Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk, Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı, Öteki Şiirler, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler. (…)

7. Biyografik Roman

Tanınan bir sanatçının ya da ünlü bir şahsın hayat hikâyesini roman türünün imkânlarının kullanarak ele alan eserlere denir. Biyografik romanlarda hayat hikâyesi aktarılan kişilerin duyguları, düşünceleri, davranışları, alışkanlıkları, ruhsal ve fiziksel durumları, hayata bakışları ve tüm bunların zaman içindeki değişimleri ayrıntılı olarak okuyucuya aktarılmaya çalışılır. Roman kişisinin hayatıyla ilgili bilgiler, belgeler, hatıralar roman kurgusunu etkilemeyecek şekilde esere yerleştirilir. Olaylar aktarılırken genellikle kronolojik sıra takip edilir.

Biyografik roman yazarları kişinin hayat hikâyesini aktarırken bazı anlatım tekniklerine başvururlar. Olayların sondan başlayarak geriye gitmesi, olayların bağlantı noktalarının farklılaşması, anlatım tekniklerinin değişmesi yazarların kullandığı yöntemlerdendir. Son dönemde yazılan biyografik romanlarda ise postmodern etkilerden dolayı farklı türlerin bir arada kullanıldığı görülmekte. Bu durum roman kurgusunu daha ilginç hâle getirir.

Hasan Ali Yücel’in “Goethe-Bir Dehanın Romanı” adlı eseri, Türk edebiyatında biyografik roman türünde yazılan ilk eserdir. 1932’de yayımlanan bu eserden sonra Mehmet Emin Erişgil, 1951’de “Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp” adlı biyografik romanı kaleme almıştır. Yine Erişgil’in “İslamcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Akif” adlı eseri tüün bilinen diğer bir örneğidir. Bu eserlerden sonra edebiyatımızda günümüze yaklaştığımızda birçok biyografik romanın yazıldığını görmekteyiz. Gazi Paşa (Attilâ İlhan), Hava Kurşun Gibi Ağır (Hıfzı Topuz), Turgut Reis (Halikarnas Balıkçısı), Adı: Aylin (Ayşe Kulin), Bir Bilim Adamının Romanı (Oğuz Atay) gibi eserler biyografik roman türünde yazılmış örneklerdir.

Oğuz Atay (1934-1977)

İnebolu’da doğdu. Ankara Maarif Kolejini ve İTÜ İnşaat Fakültesini bitirdi. Üç yıl sonra akademik hayatına başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlandı.

Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” adlı romanının yayınlanmasından sonra, önemli bir tartışmanın odak noktası olmuştur. Bu romanında modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Bu roman eleştirmen Berna Moran tarafından, “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak nitelendirilmiştir. Moran’a göre Tutunamayanlar’daki edebî yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.

Türk edebiyatın da yazdığı “Tutunamayanlar” ile post-modern tarzda eser veren ilk yazar Oğuz Atay’dır. 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü kazandı. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Eserleri: Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Bir Bilim Adamının Romanı, Korkuyu Beklerken, Oyunlarla Yaşayanlar, Günlük.

8. Polisiye roman

İşlenen bir cinayet ve bu cinayetin nasıl işlendiğini çözmeye çalışan bir dedektif veya polis etrafında şekillenen roman türü olarak tanımlanmaktadır. Polisiye romanlarda çözülmesi gereken esrarlı bir olay bulunur. Bu esrar çoğu zaman bir cinayetle ilgilidir. Bu romanlar suçlular, işlenen suçlar ve bu suçları araştıran kişilerden oluşur.

Bu tür, Dünya edebiyatında ilk olarak Amerika’da, 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmıştır. Polisiye kurguyla yazılan ilk eser, Edgar Allan Poe’nun (Edgır Elin Po) 1841’de yayımladığı Morg Sokağı Cinayeti’dir. İngiliz yazar Arthur Conan Doyle’un (Arthur Konan Doyl) eseri olan Sherlock Holmes (Şerlok Holms) ise dünyada en çok tanınan polisiye romanlar arasındadır. Yine bu türün en başarılı isimleri arasında Agahta Christie (Agate Kıristi) gelmektedir.

Polisiye roman türünün edebiyatımızdaki ilk örnekleri çeviri eserlerdir. İlk telif polisiye roman ise Ahmet Mithat Efendi’nin1884’te yayımladığı “Esrârı Cinayât” adlı eseridir. Türk edebiyatında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen polisiye romanlar, 1980’den itibaren iyice çoğalır. Özellikle son yıllarda kaleme alınan orijinal eserler sayesinde Türk edebiyatındaki önemi gittikçe artmaktadır. Ahmet Ümit başta olmak üzere Celil Oker, Birol Oğuz, Osman Aysu, Pınar Kür gibi isimler, polisiye roman türünde eser veren günümüz yazarlarındandır.

9. Postmodernizm

Postmodernizm; grotesk, alay, parodiden oluşan bir üslup yöntemiyle ben merkeziyetçi bir bireyciliği ve çoğulculuğu savunurken bütün evrensel idealleri ve insancıl değerleri reddeder. Bu bağlamda artık gerçekçilik terk edilmiş, postmodernist çizgide yeni bir anlatı türü doğmuştur. Artık yazarlar toplumsal sorunlardan ziyade biçim sorunlarına eğilmişlerdir. Metinler arasılık, üst kurmaca gibi teknikleri kullanan postmodern yazarlar, içerik yönüyle de tarih, fantastik, polisiye gerilim gibi konuları ele alırlar. [Metinler arasılık: Bütüncül bir yapıya kavuşturulması amacıyla bir edebî metnin dokusuna hem edebiyat alanından hem de başka alanlardan metin parçalarının katılması. Üst kurmaca: kurmaca içinde kurmaca.]

Dünyadaki bu gelişmelerle birlikte Türk edebiyatında da yeni biçim denemeleri ve Batı’da görülen birçok yenilik görülmeye başlanır. İlk olarak Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay’ın eserlerinde görülmeye başlanan, 1980’lerde varlığını iyice hissettiren ve 1990’lara gelindiğinde ise birçok örneği gözlenen postmodern romanlar böylece Türk edebiyatında da görülür. Dış dünyanın olduğu gibi metne aktarılmasına alışkın olan klasik okur, başı sonu belli olmayan; bir değil, birden fazla okuması olan; birden çok bakış açısı olan ve yine birçok anlatıcının perspektifinden nakledilen; zaman ve mekân bulanıklığı olan eserler oldukları için bu metinleri yadırgar.

1980 sonrasında Orhan Pamuk, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu, Bilge Karasu, Nazlı Eray, Durali Yılmaz, Erendiz Atasü, İnci Aral, Enis Batur, Nedim Gürsel, Ali Haydar Haksal, Nazan Bekiroğlu, Ihsan Oktay Anar, Ahmet Ümit, Hasan Ali Toptaş, Fatma Barbarosoğlu, Sadık Yalsızuçanlar Türk romancılığının öne çıkan belli başlı isimleridir.

Ahmet Ümit (1960-…)

Gaziantep’te dünyaya gelir. Gaziantep’te başladığı lise eğitimini Diyarbakır’da tamamlayarak 1979 yılında Marmara Üniversitesinde kamu yönetimi okur.

Şiirlerini ve öykülerini çeşitli dergilerde yayımlar. 1992 yayımlanan ilk hikâye kitabı “Çıplak Ayaklıydı Gece” ile edebiyat dünyamızda tanınmaya başlar. 1996 yılında yayımladığı “Sis ve Gece” ilk polisiye romanıdır. Bu tarihten sonra birçok polisiye roman yayımlar. Romanları sağlam bir polisiye kurgunun yanında tarihî unsurlarla zenginleştirilmiş derin sosyolojik ve psikolojik çözümlemeler içerir. Eserlerinin en önemli özelliği hızlı okunabilir olması yanında güçlü bir dile sağlam bir edebî estetiğe sahip olmasıdır.

Eserleri: Bir Ses Böler Geceyi, Sis ve Gece, Beyoğlu Rapsodisi, Bab-ı Esrar, İstanbul Hatırası, Sultanı Öldürmek, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi; Çıplak Ayaklıydı Gece, Agatha’nın Anahtarı, Başkomser Nevzat: Çiçekçinin Ölümü…

Türk Dünyası Romanı

Zengin bir kültür mirasına sahip olan Türkiye dışındaki çağdaş Türk edebiyatı ile Türkiye’deki çağdaş Türk Edebiyatı arasında sıkı bir bağ vardır. Özellikle ortak bir kültürden beslenmesi en önemli bağı oluşturur. Türk dünyası edebiyatı 20. yüzyılın başlarına kadar İstanbul’daki gelişmelere paralel gelişmeler gösterdi ancak Türkiye Cumhuriyeti dışındaki birçok Türk devlet ve topluluğunda siyasi sebeplerden dolayı edebiyat, demokratik olmayan bir ortamda gelişmiş oldu. Sanatçılar düşüncelerini özgürce dile getiremediler. Bütün bu olumsuzluklara rağmen şöhreti kendi ülkesinin sınırları dışına ulaşmış, dünya edebiyatında söz sahibi olan sanatçılar yetişmiştir.

Cengiz Aytmatov ve Cengiz Dağcı gibi sanatçılar sadece Türk dünyasında değil, dünya edebiyatında da tanınan önemli şahsiyetlerdir. Cengiz Dağcı, romanlarında Kırım Türklerinin çektikleri acıları, gördükleri zulümleri, köy insanlarının dramını anlatır. Doğa, “Onlar da İnsandı, O Topraklar Bizimdi, Yurdunu Kaybeden Adam” gibi önemli eserlere imza atmıştır. Kazan Türk edebiyatında Ayaz İshaki’nin “Üyge Taba, Ulug Muhammed, Tatarın Kızı”; Doğu Türkistan edebiyatında Ziya Samedi’nin “Yılların Sırrı, Gani Batur-Mayimhan, Ahmet Efendi” adlı romanları da vardır.

Cengiz Aytmatov (1928-2008)

Kırgızistan’da doğdu. Veterinerlik okuduğu yıllardan itibaren Kırgız ve Rus dillerinde eserler yazmaya başladı. Üniversiteyi bitirdikten sonra devlet üretme çiftliklerinde çalıştı. “Dağlar ve Steplerden Masallar” adlı hikâye derlemesiyle tanındı. 1963 senesinde “Lenin Edebiyat Ödülü” nü aldı.

Hikâye, uzun hikâye, roman ve tiyatro türlerinde eserler verdi. Eserlerinde Kırgız efsane ve destanlarından yararlandı. Aşk, doğa, savaş yıllarının acılarını ve yurt sevgisini işledi. Doğduğu toprakların insanlarını, onların gelenek ve yaşam biçimlerini, sevinç ve acılarını, şiirsel bir dille ama gerçekçilikten uzaklaşmadan anlattı. II. Dünya Savaşı’nın ülkesine etkilerini eserlerinin çoğunda yansıttı. Eserleri birçok dile çevrildi. Fransız şairi Aragon, “Cemile” adlı uzun hikâyesi için, “Bence, bu uzun öykü dünyanın en güzel aşk öyküsüdür.” demiştir. Cengiz Aytmatov, en çok okunan yazarlardan biridir.

Eserleri: Cemile, Al Yazmalım Selvi Boylum, Toprak Ana, Elveda Gülsarı, Beyaz Gemi, Gün Olur Asra Bedel, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek…

 

Avrupa’da romanın ortaya çıkmasına sözlü edebiyat ürünleri kaynaklık etmiştir. Değişen tarihî ve toplumsal koşullara bağlı olarak roman türü bugüne kadar önemli değişim ve gelişim gösterir. Geleneksel roman, gerçekçi roman, modernist roman, yeni roman ve postmodern roman gibi isimlerle belli başlı beş dönemlere ayrılabilir:

Cervantes’in 17. yüzyıl başında yazdığı Don Kişot roman türünün ilk başarılı örneği kabul edilir. Daniel Defoe’nun (Danyel Döfo) “Robenson Cruze (Robinson Kruzo)”su, Jonathan Swift (Canıtın Svift) “Guliver’in Gezileri” yine bu türün ilk örneklerindendir. Klasisizmin etkili olduğu bu dönemde roman çok gelişmemiştir.

Roman bir tür olarak karakteristik özelliklerini 19. yy.da kazanır. Klasisizme tepki olarak doğan duygu ve sezgiye dayalı romantizm akımı, roman türünün gelişiminde önemli bir aşamadır. 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın birinci yarısında etkili olan bu akım; Goethe (Göte), Madame de Stael (Madam dö stel), Lamartine (Lamortin), Alexandre Dumas (Aleksandır Düma), Victor Hugo (Viktor Hügo) gibi yazarların eserlerinde varlık gösterir. Bu romantik dönem romanı genellikle geleneksel roman olarak adlandırılır.

Pozitivist düşüncenin yaygınlaşması sonucu 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan realizm ve natüralizm roman türünün gelişmesinde etkili olur. Stendhal (Stendal), Balzac (Balzak), Flaubert (Flober),Turgenyev (Törjenyev), Dostoyevski, Tolstoy, Zola, Henry James (Henri Ceyms), Proust (Prust), John Steinbeck (Con Ştaynbek), Ernest Hemingway’in (Örnst Hemingvey) gerçekçi roman anlayışının önemli temsilcileridir. Bu dönemde, geleneksel romanın sübjektifliğine, toplumsal ahlakı ön plana alan tutumuna ve geçmiş tarihî dönemlere ilgisine karşılık; objektif bir anlatım, toplumsal değerlere eleştirel bir yaklaşım; kişi, olay, zaman ve mekânın aktarımında olabildiğince gerçekçi bir bakış açısı benimsenir.

Freud, Adler ve Jung’un psikoloji biliminde yaptığı atılımlar ve izlenimci, dışavurumcu, varoluşçu, sürrealist sanat hareketleri modernist romanın temelini oluşturur. 20. yüzyılın birinci yarısında gelişen modernist roman, Birinci Dünya Savaşı öncesindeki bunalımlı ortamın edebiyattaki yansımasıdır ve psikolojik yanı ağırlıktadır. Önemli temsilcilerinden bazıları şunlardır: Marcel Proust (Marsel Prust), Henry James (Henri Ceyms), James Joyce (Ceyms Coys), Franz Kafka (Frans Kafka), Virginia Woolf (Virjinya Vulf), William Faulkner (Vilyım Folknır). Modernist romanda olay örgüsü, karakterler, zaman, mekân ve bunların gerçeklikleri meselesi önemini kaybeder. Modernistler biçime önem vererek geleneksel romanda görülen anlatım tekniklerini ve öyküleme kalıplarını reddederler. Psikolojik gerçekliğe yönelerek insanı tüm karmaşıklığıyla ortaya koyarlar.

1940 sonrasında temellerini modernist yazarların attığı “yeni roman” anlayışı ortaya çıkar. İkinci Dünya savaşı sonrasında yaygınlık kazanan ve insanın var oluşunu sorgulayan egzistansiyalizm, edebiyatı felsefeyle iç içe geçiren bir akım olarak bu dönem romanında son derece etkili olur. Yeni romancılar, geleneksel roman anlayışını yıkarak olay, zaman, mekân ve kişileri ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Söz konusu dönemin eserlerinde başı sonu belli bir öyküye ve kişilerin anlatımında psikolojik çözümlemelere rastlamak çok zordur. Fredrich Nietzche (Firederik Niçe), Jean Paul Sartre (Jon Pol Satr), Albert Camus (Albırt Kamu) gibi yazarlar öncülük eder.

20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan postmodern roman, edebiyatta yeni bir dönemi başlatır. Postmodernizm; modern sonrası, modernizme karşıt dönem anlamına gelir. Modernizmi reddetse de ondan bütünüyle kopamamış olan postmodernizm, belli özellikleri olmasına rağmen kesin kuralları bulunmayan ve çok çeşitli eserleri içinde barındıran bir akımdır. 1950’li yıllarda başlayan postmodernizm 1960’lı yıllarda yaygınlaşır ve 1980 sonrasında bu akım içerisinde yer almayan yazarların eserlerinde dahi kendisini hissettirecek bir etkinliğe sahip olur. Umberto Eco (Umberto Eko), Octavio Paz (Oktavyo Paz), Erica Young (Erika Yang), Milan Kundera, Ursula K. Le Guin (Ld’ Gun), Gabriel García Márquez (Gabril Garsia Markuez) gibi birbirinden çok farklı yazarları içine alan postmodernizm, bütün ideolojilere ve akımlara karşı çıkar. Bu dönemde modernizmin sorgulandığı ve onun temelini oluşturan pozitivizmin neden olduğu mutlak doğruların sarsıntıya uğradığı; akılcılığın, maddeciliğin eleştirildiği görülür. Çoğulcu bir anlayışla, içerisinde pek çok bakımdan zıtlıklar barındıran çok kutuplu, çok sesli, gerçekle kurma canın iç içe geçtiği; metinler arasılık, pastiş, parodi gibi tekniklerin sıkça kullanıldığı eserler verilir.

Paulo Coelho (1947-…)

Rio de Janeiro’da doğdu. Roman yazarlığından önce tiyatro yönetmeni ve sevilen bir şarkı yazarıydı. 1986 yılında yaptığı, Batı Avrupa’dan başlayıp İspanya’da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel hac yolculuğunu “Hac” adlı kitabında anlattı. 1988 yılında yayımlanan ikinci kitabi Simyacı, Coelho’yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. Bu kitabı 42 ülkede yayınlandı, 26 dile çevrildi. 2002 yılında Brezilya Edebiyat Akademisi’ne katıldı. 2005 yılında Unesco’nun düzenlediği “Kültürlerarası Diyaloglar” programında danışman olarak görev aldı.

Eserleri: Piedra Irmağı’nın Kıyısında Oturdum Ağladım, Simyacı, Veronika Ölmek İstiyor, Zahir, Elif…

DİL BİLGİSİ: Paragraf

Bir yazının bütünü içinde satır başlarıyla ayrılan bölümleri ve bir yardımcı düşüncenin anlatıldığı cümle veya cümleler topluluğuna paragraf denir. Paragrafın özellikleri şunlardır:

  1. Paragraf tek bir düşünceyi açıklamalıdır.
  2. Yazıdaki düşünce birimidir.
  3. Bir veya daha fazla cümleden oluşur.
  4. Temel cümle ve yardımcı cümlelerden meydana gelir.
  5. Birbiriyle anlamca yakın cümlelerden oluşur.
  6. Kendi içinde tamamlanmış bir bütündür.
  7. Anlam ve biçim bakımından birlik ve bütünlük gösterir.

1. Paragrafta Konu-Ana Düşünce

Her paragrafta belirli bir konu ve bu konuda belirtilmek istenen temel bir düşünce vardır. Konu yazarın üzerinde durduğu, bahsettiği kavram, varlık, olay, durum, duygu veya düşüncedir. Paragraf yazarken konuyu sınırlamak ve paragrafın neyle ilgili olacağını okuyucuya bildirmek için paragrafın konusu genellikle paragrafın ilk cümlesinde verilir. Konu cümlesi paragrafın hangi konuyla ilgili olacağını ifade eder. Paragrafta konu, “Yazar ne anlatıyor, neden söz ediyor?” sorularının cevabıdır.

Ana düşünce, paragrafta asıl anlatılmak istenen düşüncedir. Bütün cümleler bu düşünceye bağlanır. Böylece paragrafta anlamca bir birlik ve bütünlük sağlanır. Açıkça belirtildiği gibi gizli de olabilir veya paragrafın tümünden çıkarılabilir. Paragrafın ana düşüncesi “Niçin Yazıldı?” sorusunun cevabıdır. Bir paragrafın ana düşüncesi o paragrafın yazılış amacını bildirir.

2. Paragrafta Yardımcı Düşünce

Paragrafta ana düşünceyi açıklamaya, geliştirmeye ve desteklemeye yardımcı olan düşüncelerdir. Paragraftaki örnekler ve ayrıntılar birer yardımcı düşüncedir. Bu cümleler, konu ve ana fikirle tutarlı olmalıdır. Paragrafta bir ana düşünce, birden fazla yardımcı düşünce vardır. Yardımcı cümleleri yazmak için benzetme, karşılaştırma, sayısal verilerden yararlanma, örnekleme, tanık gösterme, tanımlama gibi düşünceyi geliştirme yollarından yararlanılır.

3. Paragrafta Başlık

Başlık, paragrafta ele alınacak konuyu, düşünceyi bir, iki ya da üç kelimeyle belirten söz ya da sözlerdir. Dolayısıyla bir paragrafın başlığının bulunabilmesi için paragrafın iyice okunup konusunun ve ana düşüncesinin belirlenmesi gerekmektedir.

Tiyatro

Seyirciler önünde, oyuncuların sahnede canlandırmaları amacıyla yazılmış sahne sanatıdır. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik, dans gibi unsurları da katmak gerekir. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Bir tiyatro eserinde eseri yazan kişi veya kişilere ”müellif” , yazılı bir metin veya dile getirilmesi oyunculara bırakılmış tasarıya ”eser” , oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” denilir ve bu üç varlık kesinlikle bulunur. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan yönetici, dekoratör, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır. Tiyatroda en önemli hususlardan biri dildir. Fazla ağır olmaması, konuşma diline benzemesi istenir. Böylece ince fikirlerin ve esprilerin seyirci tarafından kolayca kavranması sağlanmış olur.

Tiyatro Terimleri:

Aksesuar: Tiyatro sahnesinde kullanılan eşya.

Dekor: Sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamada kullanılan eşyanın toplu adı.

Diyalog: İki kişi arasında karşılıklı konuşma. Roman, hikâye ve tiyatroda kahramanların konuşmaları.

Dublör: Tiyatroda ve sinemada bir rolün yedek oyuncusu.

Monolog: Tek kişinin konuşması, tek kişilik taklitli bir komedya türü, insanın içinden kendisiyle konuşması.

Perde: Tiyatro eserinde bir perdenin açılmasından kapanmasına kadar geçen bölüm.

Piyes: Tiyatro eseri.

Reji: Sahneye koyma ve yönetme işi.

Suflör: Tiyatroda, kuliste durarak oyunculara sözlerini fısıltıyla söyleyip hatırlatan yardımcı.

Temsil: Bir tiyatro eserinin oynanması.

Mizansen: Önceden hazırlanmış durum, düzen.

Sahne üzerinde ve bir seyirci topluluğu önünde, sanatçılar tarafından, hareketli olarak canlandırılacak nitelikte yazılmış olan yazılara tiyatro yapıtı ya da piyes denir. Tiyatro eserleri müziksiz ( trajedi, komedi, dram ) ve müzikli ( opera, operet, komedi müzikal, bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır.

Modern Türk Tiyatrosu

  1. Trajedi

Kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermek amacı güden en eski tiyatro çeşididir. Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir Nazım (şiir şeklinde) halinde yazılması ve değişmez kaidelere bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır.

Trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır. Kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilmiştir. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmaz. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhi zayıflıklarını, ihtiraslarını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çarpıştırır.

Trajedilerde; olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. Trajedilerde iç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde ( 24 saat ) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği” , tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de “çevre ( mekân ) birliği” denir.

Trajedilerde parlak nutukları andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve hikmet dolu olmasına önem vermişlerdir.

  1. Komedi

Kişilerin, olay ve âdetlerin gülünç, eğlendirici yönlerini göstermek amacıyla ders vermeyi ve hoşça vakit geçirtmeyi hedef edinen tiyatro çeşididir. Dalkavukluk ( çıkar sağlamak için birine aşırı saygı gösteren kimse ) , korkaklık, cimrilik, dalgınlık, ukalalık gibi insanlar için birer kusur olan huy ve alışkanlıklar dev aynasında büyütülerek ve abartılarak seyirciyi güldürecek tarzda sahneye konulur. Bu kusurlar derece derece pek çok insanda bulunduğundan bir bakıma seyirciyi kendi kendine güldürmüş olur. Böylece seyirciye ince bir ders vermek istenir.

Komedilerde de konu, çevre, zaman birliği ( üç birlik kuralı ) benimsenmiştir. Konuları günlük hayattan alınan komedilerde kahramanlar rastgele kişilerdir. Çevre belli bir yerdir. Trajedilerin aksine kaba şakalar, kelime oyunları, kötüleyici imalar önemli yer tutmuştur. Moliere’in komedileri üslup bakımından daha topludur.

 

Her zaman ve her yerde rastlanan insan kusurlarını belli tiplerde göstererek gülünç eden komedilere “karakter komedi”, belli bir toplumu ve ya bütün insanlığı alarak bozuk ve aksak yanlarını hicveden komedilere “töre komedisi”, edebi hicvin sahneye uygulanmış şekline “yergi komedisi”, bir derinliği olmayan, sırf güldürmek için yazılan komedilere de “entrika komedisi ”denir.

 

  1. Dram

Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatin gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayati birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur. Dram, nesir(düz yazı) ve nazım(şiir) halinde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birli kuralını tamamen reddeder. Beşeri temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. En kanlı ve çirkin olayları seyirciye göstermekten çekinmez.

Konuları hayatın acıklı ve ya gülünç, çirkin ve ya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, ümit, neşe, şüphe, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları arsında her tabakadan halkın yanı sıra üst tabaka kişileri de bulunur. Her türlü mizaca yer verilir. Dram eserleri hakikati göstermek iddiasında olmuşlardır.

Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes” , duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram” , olağanüstülüğü işleyen bir masalın sahneye getirilmesine de “feeri” denir.

Müzikli Tiyatro

  1. Opera

Bütün sözler, hareketler ve jestlerin musikiyle bestelenmiş ve orkestra şefinin idaresine verilmiş dram ve trajedilerdir. Trajedilerde bir tek kelime müziksiz söylenmez. Opera, musiki, kilise ve paganizm ( Eski Yunan Putperestliği ) den çıkmıştır. Ağır bir hüzün havası vardır. Olaylar acık ve hislidir. Çok gösterişli dekor ve kıyafetler içinde sunulur.

  1. Operet

Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.

  1. Skeç

Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar halinde kısa, musikili oyunlardır. Bir çeşidi de radyo skeçleridir.

  1. Komedi Müzikal

Komedi türü oyunların arasına müzik parçalarının konması şeklinde ortaya çıkan tiyatrodur.

  1. Bale

Sözsüz tiyatro oyunu olan bale, sahne eserindeki konunun müzik ve dansla canlandırılmasından ibarettir.

  1. Revü

Revü; operetin daha hafif fakat hiciv, alay, tenkit dolu çeşididir. Konuşma aralarında müzik ve danslara yer verilir.

Geleneksel Türk Tiyatrosu

Karagöz

Deriden kesilen ve tasvir adı verilen birtakım şekillerin, arkadan ışık yardımıyla beyaz bir perde üzerine çoğunlukla tek kişinin yansıtmasına dayanan bir gölge oyunudur. Oyun, deve derisinden yapılmış ve her biri belli bir tipi canlandıran renkli figürleri perdeye yansıtmak ve hareket ettirmek suretiyle oynanır. Karagöz ile Hacivat, gölge oyununun en önemli tipleridir. Oyun, yazılı bir metne dayanmaz, doğaçlama olarak gelişir.

Bu gösterimi yapan kişiye hayalî ya da hayalbâz denir. Hayâlbazın en önemli yardımcısı perde gazeli, şarkı, türkü okuyan, tef çalan yardaktır. Karagöz oyunlarının bazıları şu başlıklardan oluşur: Karagöz’ün Aşçılığı, Karagöz’ün Şairliği, Eskici, Telgrafçı, Çivi Baskını, Kanlı Kavak, Yalova Sefası, Sahte Gelin, Hançerli Hanım… Güldürme esasına dayanan Karagöz, ağırlıklı olarak yanlış anlamalarla doğan bir kargaşayı yansıtır. Karagözde tef, zil ve basit bir düdük yardımıyla oyuna müzik de eşlik eder. Bu düdük zaman zaman yaratıkların korkunç seslerini çıkarmada da kullanılır. Karagöz, Osmanlı’nın sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapısını tanımamız için önemli ipuçları içerir. İmparatorluğun dil, din ve ırk zenginliğini farklı kesimlerden kahramanlar aracılığıyla yansıtır. Aslî (birincil) kahramanlar şunlardır:

Karagöz: Okumamış halk adamı tipidir. Hacivat’ın kullandığı yabancı kelimeleri ya hiç anlamaz ya da yanlış anlar. Bu da onu gülünç duruma düşürür. Karagöz, dobra, zaman zaman da patavatsız olmasından ötürü sürekli zor durumlarla karşılaşır. Buna rağmen bir yolunu bulup işin içinden sıyrılır.

Hacivat: Hacivat biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı aydın tipidir. Arapça ve Farsça kelimeleri sıkça kullanır. Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok Karagöz’ü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye bakar.

Çelebi: Türkçeyi İstanbul ağzıyla kusursuz bir şekilde konuşur. Bazı oyunlarda zengin bir bey, bazı oyunlarda bir mirasyedi, bazı oyunlarda ise zevk düşkünü bir çapkındır.

Zenne: Karagöz oyunundaki bütün kadınlara genel olarak zenne denmiştir.

Beberuhi: “Yaşı büyük aklı küçük” deyimiyle nitelendirilebilecek bir tiptir.

Tuzsuz Deli Bekir: Bir elinde içki şişesi, bir elinde tabanca ya da kama vardır. Olayların karmaşıklaştığı anda gelip kaba kuvvetle olayı çözer.

Himmet: Sırtında baltası olan kaba saba bir tiptir.

Oyunda ayrıca zenne Tiryaki (Laf ebesi), Laz (kayıkçı, kalaycı), Efe (zorba), Kayserili (pastırmacı), Acem (zengin tüccar), Matiz (sarhoş), Arap (köle) gibi kişiler de vardır.

Karagöz Oyununun Bölümleri

  1. Mukaddime (giriş): Metinde, Hacivat’la Karagöz’ün çatışmasına kadar olan kısım giriş bölümüdür. Perde aydınlatıldıktan sonra Hacivat müzik eşliğinde bir semai okur. Semai bitince “Of, hay Hak!” diyerek, perde gazeli denen bir şiir okur. Sonra Karagöz’ü perdeye davet eden sözler söyler.
  2. Muhavere: Metinde, Hacivat’ın “Vay Karagöz’üm, benim iki gözüm merhaba.” sözü ile başlayıp paçanın sonuna kadar devam eden kısım, oyunun muhavere (karşılıklı konuşma) adı verilen ikinci bölümüdür.
  3. Fasıl: Oyunun perdeye aksettirilen asıl bölümüdür. Bu bölümde çeşitli tipler oyuna katılır. Bunlar genellikle kendi ağız (şive) özellikleriyle Karagöz’le konuşturulur. Konuşmalara bazen Hacivat da karışır. Konuşmalarda komiklik ağır basar. Olaylar bir yerde düğümlenir. Sonunda başka bir tipin (efe, külhanbeyi, sarhoş vb.) perdeye gelmesiyle düğüm çözülür.
  4. Bitiş: Bu bölümde tekrar Hacivat’la Karagöz’ün konuşmaları olur. Konuşma kavgaya dönüşür. Hacivat: “Yıktın perdeyi eyledin virân. Varayım sahibine haber vereyim hemân” diyerek perdeyi terk eder. Karagöz de: Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.’ diyerek oyunu bitirir.

Orta oyunu

Sahne, perde, dekor, suflör kullanmadan halkın ortasında oynanan Türk halk tiyatrosudur. Seyircilerin çevrelediği boş, meydanlık bir alanda oynandığı için bu ismi almıştır. Orta oyununun da yazılı bir metni yoktur. Ana çizgileri bilinen bir konu ele alınarak oyuncuların doğaçlama, yani tuluat yoluyla geliştirdikleri olaylar dizisi, oyun kişileriyle sahneye getirilir. Orta oyununda Karagöz’ün karşılığı Kavuklu, Hacivat’ın karşılığı ise Pişekâr’dır. Öbür oyun kişileri, gölge oyunundaki kişilerle büyük benzerlik gösteren kalıplaşmış tiplerdir.

Uyarı: Orta oyunu da dört bölümden oluşur. Ama burada perde gazeli yerine Pişekâr’ın seyirciyi selamlaması ve zurnacıyla konuşarak oyunu açması, muhavere bölümünde ise Pişekâr ile Kavuklunun tanışma konuşmaları ve Kavuklunun sonunda rüya olduğu anlaşılan bir olayı anlatması (tekerleme) gibi özellikler orta oyununun Karagöz’den ayrıldığı bazı yönlerdir.

Orta Oyununun Bölümleri

  1. Giriş (öndeyiş): Bu bölümde, Pişekâr müzik eşliğinde ortaya çıkar ve oyuncuları selâmlar. Oynanacak oyunu takdim eder ve oyunu başlatır.
  2. Söyleşme (tekerleme): Önce Pişekâr ile Kavuklu arasında kısa birer konuşma olur. Sonra olmayacak şeyler gerçekmiş gibi anlatılır. Buna tekerleme adı verilir.
  3. Fasıl: Asıl oyunun ortaya konduğu bölümdür. Bu bölümde Pişekâr ve Kavuklu dan başka Laz, Ermeni, Arnavut, Rum, Balama, Frenk, Fransız gibi tipler kendi şiveleriyle konuşturulur. Bunların konuşmaları ve kıyafetleri komedi unsuru oluşturur.
  4. Bitiş: Pişekâr, Kavuklu ile kısa bir konuşma daha yapar. Sonra oyunun bittiğini ilan eder. Seyircilerden “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.” diyerek özür diler. Bir sonraki oyunun adını ve yerini bildirir.
  5. Meddah

Taklide dayalı olarak hikâyelerin anlatıldığı tek kişilik halk tiyatrosudur. Son devrin meddahları kahvehanelerde yüksekçe bir yere oturup anlatırlardı. Bunlar halk arasında dolaşan veya yazılı edebiyattan alınma yahut kendilerinin zemin ve zamana uygun olarak uydurdukları hikâyeleri, kahramanlarının şivelerini taklit ederek türlü jest ve mimiklerle anlatırlardı.

Meddah, olayları temsil ederken seyircilerin rahatça görebileceği yüksek bir yere oturur. Bir eline mendil (makreme), bir eline de sopa (değnek) alır. Mendili değişik tipteki kişilerin kıyafetini göstermek ve ağzını kapatarak seslerini taklit etmek, değişik başlıklar yapmak için kullanır. Sopadan da oyunu başlatmak, seyirciyi susturmak, değişik sesler çıkarmak ve saz, süpürge, tüfek, at gibi varlıkları canlandırmak için yararlanır.

Her kesimden insan bu oyuna ilgi gösterirdi. Saray halkını eğlendirmek için görevlendirilen meddahlar da vardı. Meddah, çeşitli kişisel ilişkilerin taklit yoluyla canlandırılması, senaryoların orada bulunan seyirciye göre, doğaçlama olarak geliştirilmesi açısından hikâyecilerden ayrılarak bir bütün şahısları kendisinde birleştirmiş bir aktör kimliği kazanır.

Köy Seyirlik Oyunu

Köylülerin uzun kış aylarında düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenledikleri basit, temsili oyunlardır. Köy seyirlik oyunları sözlü geleneğe bağlıdır ve anonimdir.  Oyunlarda gerekli görülürse çok basit bir dekor fikrini veren malzemelerden, duruma göre basit kostümlerden ve makyajdan da yararlanılır. Oyunlar kapalı veya açık yerlerde oynanır. Canlandırılan olayın konusu genellikle köy yaşamıyla ilgili bolluk, yoksulluk, kıskançlık ve sevgidir. Köy seyirlik oyunları çağlar boyu süren halk tiyatrosu geleneğinin günümüze gelen mirasıdır.  Oynandığı toplumun kültür düzeyine, zaman ve geleneğe bağlı olarak şekillenir. Seyirlik oyunları iki ana gruba ayırabiliriz:

Ritüel nitelikli oyunlar: Belirli bir takvimi olan işlevsel oyunlardır. Ritüel kökenli oyunlarda şenlik, büyü, bolluk ve bereket motifleri iç içedir. Taklit, eylem ve toplu katılma doğaya karşı korunmadır. Bu tür oyunlar eski-yeni, iyi-kötü, bolluk-kıtlık, yaz-kış, ak-kara, güçlü-zayıf gibi çatışmalar üzerine kurulur.

Eğlence amaçlı oyunlar: Evlenme törenlerinde ve çeşitli toplantılarda eğlence amacıyla oynanan oyunlardır. Eğlence amaçlı oyunlarda topluluğu eğlendirmek amacı güdülür. Oyunlarda toplumun eksik yönleri ele alınır, bozuk kişilikler alaya alınır. Kelime oyunlarından yola çıkılarak espriler yaratılır. Ahlaki bir sonuca varma aranır.

1950 Sonrası Türk Tiyatrosu

1950 sonrasında Türk edebiyatında tiyatro yazarlarının sayısında da büyük bir artış, konularda çeşitlilik göze çarpar. Yazarlar daha çok toplumsal sorunları ele aldılar. Kimi yazarlar bireyden kimileri de olay ya da durumlardan hareketle sorunlara yönelerek bu sorunların nedenlerini nesnel bir şekilde irdelediler. 1950’lerde çok partili hayata geçilmesiyle birlikte devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlar da işlenmeye başlandı. Bu yıllarda Haldun Taner ve başka yazarların yeni biçim denemeleri yaptığı görülür.

1960’lar Türk tiyatrosunun en parlak ve hareketli dönemlerinden biriydi. Tiyatro eskiye göre daha özgür ortamda gelişiyordu. Özel tiyatroların artması ve politik hayattaki canlılığın tiyatroya yansımasıyla dinamik bir tiyatro yaşamı ortaya çıktı ve seyirci sayısı da arttı.  Akademik düzeyde tiyatro eğitimi yapıldı. Tiyatro sanatı konusunda bilimsel araştırmalar çoğaldı bir de tiyatro eleştirilerinin gelişti. Bu durumlar elbette Türk tiyatrosunun gelişmesine katkıda bulunmuştu. Bunun yanında yeni yazarlar yetişti, oyunların konuları çeşitlendi ve yeni türler denendi. Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenmenin yaşandığı bu dönemde, işçi ve köylü kesiminin sorunları ele alındı. Şiir diliyle yazılmış, konularını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan oyunlar da yazıldı. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı gibi yazarlarımız bu tür eserler yazdı.  1960’ların sonlarına doğru ise siyasi içerikli belgesel oyunlar da yazılmaya başlandı. Geleneksel tiyatromuzun özelliklerinden yararlanarak ulusal Türk tiyatrosunu yaratma yolunda ciddi girişimler görüldü; Sermet Çağan’ın “Ayak Bacak Fabrikası”, Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” epik oyunları gibi değerli eserler yazıldı.  Bu yıllarda Ulusal Türk tiyatrosunu yaratma yolunda ciddi girişimler görüldü. Geleneksel tiyatro ile modern tiyatro sentezlenmeye çalışıldı.

Gelelim 1970’lere. Türk tiyatrosu ülkede yaşanan toplumsal ve siyasi olaylardan olumsuz etkilendi. Oyunlarda, önceki yıllarda işlenen konulara ek olarak Kurtuluş Savaşı, işçilerin sorunları, 12 Mart gibi konular işlendi. Bu dönemde daha çok yerli ve yabancı siyasi belgesel oyunlar sahnelenirken; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihî oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazıldı. Geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman ve Oktay Arayıcı ile epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla ünlenen Vasıf Öngören bu dönemin öne çıkan yazarlarındadır.

1980’lerde ise oyun yazarlığı nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşadı. Türk tiyatrosunda önceki dönemlerde görülen coşkunluk bu yıllarda görülmez. Oyun yazarları 12 Eylül sonrasında dönemin siyasi koşullarından dolayı güncel olaylardan ve toplumsal sorunlardan uzaklaşarak eski hikâyeleri, masalları, Osmanlı tarihinden değişik olayları ve kahramanları, ünlü adamların hayat hikâyelerini ve bireysel konuları ele aldılar.

Bu dönemin önemli tiyatro yazarlarından bazıları şunlardır: Refik Erduran,  Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer, Bilgesu Erenus, Tuncer Cücenoğlu, Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur.

Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)

Kendisi Kudüs’te doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Edebiyat öğretmenliği, milletvekilliği, kültür ataşeliği ve öğretim üyeliği yaptı. Ahmet Kutsi Tecer; Paris dönüşü Batı tekniği ile folklor ve halk malzemesini işlemek suretiyle millî tiyatroya ulaşmak istemiştir. Eserlerinde toplumsal değişimi, değerlerine yabancılaşmayı sözlük açıdan ele almıştır. Bu yönüyle onun eserleri, kaynağını yerli ve millî unsurlardan alan ve Batılı bir teknik ve anlayışla yazılan eserlerdir. Geleneksel tiyatromuzdan esinlenerek yazdığı “Köşebaşı” ile tanınmıştır.

Eserleri: Yazılan Bozulmadan, Köşebaşı, Koçyiğit Köroğlu, Beş Mevsim, Bir Pazar Günü, Satılık Ev…

Orhan Asena (1922-2001)

Diyarbakır’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Çeşitli illerde doktorluk yaptı. Bir süre Almanya’da yaşadıktan sonra Ankara’ya yerleşti.

Şiir türünde eserler verdiyse de çok başarılı olamadı. 1954-1955 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosunca sahneye konulan ilk oyunu Gılgameş’ten (Tanrılar ve İnsanlar) sonra tanınmıştır. Bu oyunuyla 1960 yılında TDK Tiyatro Ödülü’nü kazanmıştır. Oyunlarının konularını tarihten, mitolojiden ve toplumun yaşadığı hayattan almıştır. Oyunlarına değişik çevre ve koşullardan seçtiği kadın (Fadik Kız, Kocaoğlan, Korku) ve erkek kahramanların yanı sıra, gözünü tarihe çevirerek yaşamları ve etkinlikleriyle toplumun malı olmuş kişilikleri (Kanuni Süleyman, Simavnalı Şeyh Bedrettin) yansıtmıştır.

Eserleri: Tanrılar ve İnsanlar, Hürrem Sultan, Kocaoğlan, Yalan, Kapılar, Tohum ve Toprak, Fadik Kız, Simavnalı Şeyh Bedrettin, Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe…

Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu

Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında konusunu tarihî olaylar ve tarihî şahsiyetlerden alan önemli oyunlar yazılmıştır. Bu oyunlar çoğu kez tarih biliminin verilerinden yararlanılarak çağdaş sorunlara değinen oyunlardır.

Cumhuriyet Dönemi tiyatro yazarları eserlerinde Türk tarihinin çeşitli boyutlarını işlemişlerdir. Orhan Asena, Turan Oflazoğlu gibi yazarlarımız tarihî oyunlarında psikolojik incelemelere ağırlık vermişlerdir. Güngör Dilmen, Nazım Kurşunlu, Refik Erduran gibi yazarlarımızın konularını tarihten seçtikleri eserleri vardır. 1970’ten itibaren güncel konulardan uzak durmaya çalışan yazarlarımızın tarihî şahsiyet ve olaylara daha çok itibar ettikleri gözlenmiştir.

Turan Oflazoğlu, birçok oyununda, olduğu gibi Osmanlı Dönemi’ndeki iktidar mücadelesinden hareketle çağımızın insan ilişkilerini ele alır. Hülya Nutku da “Tarihsel oyunlar, geçmişe duyulan özlem değildir; kimi kez geçmişle bir hesaplaşma, kimi kez yalnızca geçmişten bir yaprak, bir tattır, bazen de bugün adına bir sestir.” der.

Turan Oflazoğlu (1932-…)

Yazarımız Adana’da doğdu. Ortaokulu ve liseyi İstanbul’da okudu. İstanbul Üniversitesinde hukuk, felsefe ve İngiliz edebiyatı okudu.  Tiyatro eğitimi için Amerika’ya gider. Orada “Keziban” adlı ilk oyununu yazdı ve oyun ilk kez Seattle’de sahnelendi. 1964 yılında Türkiye’ye döndü ve TRT İstanbul Radyosu tiyatro bölümünde dramaturg olarak çalıştı.

Turan Oflazoğlu daha çok, tiyatro yazarı olarak tanınmaktadır. Yirmiden fazla tiyatro eseri bulunan sanatçı, oyunlarının çoğunu tragedya türünde kaleme almıştır. Daha çok tarihî konu ve kişiler aracılığıyla varoluşsal sorunları ve evrensel temaları ele almıştır. Trajedilerini serbest nazımla kaleme almıştır.

Eserleri: Keziban, Allah’ın Dediği Olur, Deli İbrahim, Sokrates Savunuyor, IV. Murat, Genç Osman, Elif Ana, Bizans Düştü-Fatih, Kösem Sultan, III. Selim Kılıç ve Ney…

Radyo tiyatrosu

Edebiyat ve tiyatro sanatından beslenen radyo tiyatrosu, radyonun olanakları ve sınırları içerisinde, radyonun malzemeleri kullanılarak yazılan ve kendine özgü sanatsal bir anlatı formu olan dramatik eserlerdir. Sese dayalı bu eserde diyaloglar önemli bir yer tutar. Şahıs kadrosu sınırlıdır. Zaman ve mekân geçişleri müzik ve efekt kullanılarak yapılır. Radyo tiyatrolarında cümleler kısa, açık ve anlaşılırdır.

Dünya Edebiyatında Tiyatro

Bu terim genellikle “temsil edilen eser” anlamında kullanılan Yunanca “theatron” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş (modern) tiyatronun başlangıcı eski Yunan da Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos (Diyanizos) adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır. Bu törenlerde keçi postuna bürünen insanlar koro hâlinde şarkılar, şiirler söyler; dans ederlerdi. Thespis (Tespis – bazı kaynaklarda Tepsis-) adında bir şair, MÖ 6. yüzyılda koronun karşısına bir oyuncu (aktör) çıkararak klasik tiyatroda diyaloğu başlatmıştır. Daha sonra Aiskhylos (Ayklos) ikinci oyuncuyu, Sophokles (Sofokles) ise üçüncü oyuncuyu sahneye koronun karşısına çıkarmıştır. Euripides (Öripides) de eserleriyle tiyatronun gelişmesine katkı sağlamıştır. Böylece klasik tiyatroda koro, giderek önemini yitirmiş ve modern tiyatronun temelleri atılmıştır.

Deneme

Herhangi bir konu üzerinde, yazarın kesin yargılara varmadan görüş ve düşüncelerini samimi bir üslupla kaleme aldığı yazılara denir. Birkaç sayfayı geçmez ve serbest şekilde yazılır, düşüncelerini kanıtlama amacı gütmez. Ancak kendi görüş ve düşüncelerini başka yazarların sözleriyle destekleyebilir. Deneme, süreli yayınlar (gazete ve dergi) sayesinde ortaya çıkan ve gelişen bir türdür.

Denemede daha çok, evrensel konular ele alınmakla birlikte konu sınırlaması yoktur. Hemen her konu denemede ele alınabilir ancak konu derinlemesine işlenmez. Deneme yazarı kendi kendisiyle konuşur ya da karşısında biri varmış da onunla dertleşiyormuş gibi yazar, anlattığını içtenlikle dile getirir. İyi bir deneme yazarından geniş bir dünya görüşüne, zengin bir edebiyat, sanat ve felsefe kültürüne; açık, özgün ve sürükleyici bir üslup özelliğine sahip olması beklenir. Deneme türünün çıkış noktası her şeyden önce yazarın kendi benlik ve izlenimleridir. Nurullah Ataç’ın deyimiyle “Benin ülkesidir.”

Denemede; yazarın olay, olgu, durum ve günlük yaşamın süreğenliği içinde hayata ve olaylara kendi kişisel penceresinden bakış ve algılamalarına yer verilir. İnsanlığı ilgilendiren ve düşündüren konuları ele almasına rağmen herkesten farklı bir bakış açısıyla duruma veya olaya bakabilir. Amacı okura ele aldığı konu hakkında bir bakış açısı kazandırmaktır. Deneme yazarı düşüncelerini aktarırken birtakım bilimsel verilerden yararlansa da daha çok kişisel yaşantısını yansıtır.

Bu türün ilk örnekleri 16. yy.da Fransız yazar Montaigne tarafından verilmiştir. F. Bacon (Beykın), T.S. Eliot (Elyıt), A. Camus (Kamü), E. C. Alain (Alen), J.P. Sartre (Satr) dünyaca ünlü deneme yazarlarından bazılarıdır. Türk edebiyatında ise deneme türü Tanzimat sonrasında karşımıza çıkar. Özellikle Tanzimat Dönemi’nde gazete ve dergilerin ortaya çıkışı denemenin yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Servet-i Fünun Dönemi’nde denemenin klasik tanımına uygun nitelikte yazılar dergi ve gazete sayfalarında görülmeye başlanır. Cenap Şahabettin, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal ilk deneme yazarları olarak kabul edilebilir. Deneme türünün gelişmesi Cumhuriyet Dönemi’yle birlikte başlar. Bu dönemde çokça tercih edilen bir tür olarak edebiyat dünyasında yerini alır. Cumhuriyet Dönemi yazarlarının hemen hepsi bu türde eser vermiştir.

Ahmet Haşim’in Gurebâhâne-i Laklakan, Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi deneme türünün en güzel örneklerindendir. Deneme türüyle ismi özdeşleşen Nurullah Ataç ise deneme türündeki yazılarını “Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar” kitaplarında bir araya getirmiştir. Ataç’ın Divan, halk ve Batı edebiyatını iyi bilmesi, yeniyi sürekli takip etmesi ve beğendiklerini açıkça söylemekten çekinmemesi denemelerinin özelliğini teşkil eder. Ahmet Hamdi Tanpınar da deneme türündeki “Beş Şehir” ve “Yaşadığım Gibi” adlı eserleriyle tanınır. Mehmet Kaplan, “Dil ve Kültür, Büyük Türkiye Rüyası, Edebiyatımızın İçinden, Nesillerin Ruhu”  adlı eserlerinde sanatçı ve eserler üzerinde durur; dil, kültür, edebiyat ilişkisi üzerine dikkatleri çeker. Nihat Sami Banarlı, Abdülhak Şinasi Hisar, Suut Kemal Yetkin, Sabri Esat Siyavuşgil, Ahmet Muhip Dıranas, Sabahattin Eyuboğlu, Haldun Taner, Salah Birsel, Sezai Karakoç, Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal ve Cemil Meriç deneme türünün diğer önemli isimleridir. Türk edebiyatında deneme türündeki eserlerin büyük bir kısmı sanat ve edebiyat, konularında kaleme alınmış yazılardır. Bu denemelerin çoğu çeşitli dergilerde yayımlanıp sonradan kitap olarak basılmış yazılardır.

Montaigne (1533-1592)

  1. yüzyıl Fransız deneme yazarıdır. Ailesinin isteği üzerine Alman bir eğitmen tarafından yetiştirildi. Eğitim süresince Yunan ve Latin edebiyatını ve dilini öğrendi. Bordeaux (Bordo) Edebiyat Fakültesinde felsefe okudu. Parlamentoda danışmanlık yaptıktan sonra belediye başkanlığı ve milletvekilliğinde görev aldı. Daha sonra şatosuna çekilerek kendini bütünüyle felsefe ve edebiyata verdi. Avrupa’da Yunan ve Latin uygarlıklarından yararlanarak özgür düşüncenin kurucularından olmuş, deneme türünün öncülerinden kabul edilmiştir.

Eserleri: Denemeler.

Denemenin Türleri

Denemeler ele alınan konuya yaklaşımları bakımından ikiye ayrılır: izlenimsel deneme ve eleştirel deneme.

İzlenimsel (klasik) Deneme

İzlenimsel (klasik) denemenin temsilcisi aynı zamanda bu türün kurucusu Fransız yazar Montaigne’dir. Bu tür denemelerde yazar kendi benini merkeze alır. Ancak izlenimlerinden hareketle anlattığı konular tüm insanlığı ilgilendiren evrensel boyutları olan konulardır. Türk edebiyatında Ahmet Haşim’in ve Nurullah Ataç’ın denemeleri bu tarz denemeye örnek gösterilebilir.

Eleştirel Deneme

Dünya edebiyatında bu türün en önemli temsilcisi olarak İngiliz yazar, François Bacon (Franços Bekın) kabul edilir. Eleştirel denemede de öznellik ağır basmasına rağmen yazar, ele aldığı konu karşısında eleştirel bir tutum sergiler. İzlenimsel denemelerden farklı olarak bireysel de olsa birtakım yargılamalara ulaşır. Bu yargılamalar tam anlamıyla nesnel bir nitelik taşımaz. Felsefe, edebiyat ve sanatla ilgili denemeler genellikle bu türden denemelerdir. Günümüzdeki denemeler daha çok eleştirel türden olanlardır.

Uyarı: Nurullah Çetin Türk edebiyatında denemeleri konu bakımından şu şekilde tasnif eder: sanat ve edebiyat konulu denemeler, tarihî denemeler, dil konulu denemeler, felsefe konulu denemeler, şehir konulu denemeler, sosyal ve siyasi konulu denemeler, din konulu denemeler, psikoloji konulu denemeler, kadın konulu denemeler, karışık konulu denemeler.

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)

İstanbul doğdu. Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra edebiyat öğretmenliği, İstanbul Üniversitesinde edebiyat profesörlüğü yaptı. Daha sonra Kahramanmaraş milletvekili olarak meclise girdi. Türk edebiyatının en önemli akademisyen ve yazarlarından biridir. O, Batı edebiyatını çok iyi araştırıp incelemiş Türk kültürünün ve edebiyatının ateşli bir savunucusu, etkili bir tanıtıcısı olmuştur.

Tanpınar; şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser vermiştir. Tanpınar, Batı-Doğu sorununu derinlemesine yaşayan ve düşünen bir yazardır. Batı-Doğu çatışması içindeki Türk toplumunun yüz elli yıldır yaşadığı bunalım, maddi-manevi değer kargaşası ve kültür kaybı üzerinde durmuş, bunun üzerine kafa yormuştur. Eserlerinde Doğu-Batı çatışması, rüya, zaman, geçmişe özlem, mimari, musiki, bilinçaltı gibi konuları ele almıştır.

Eserleri: Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Mahur Beste, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Beş Şehir, Yaşadığım Gibi, Hikâyeler…

Denemenin Benzer Türler İle İlişkisi

Bir düşünce yazısı olan denemenin gazete çevresinde oluşan diğer öğretici metinlerle benzer ve farklı yönleri vardır. Denemenin en çok benzerlik gösterdiği tür eleştiridir. Biçim ve içerik özellikleri, iki türü birbirine yaklaştırır ancak bu iki tür yazarın ele aldığı konuyla ilgili tavrı ve bakış açısı yönünden farklılık gösterir. Eleştirinin konusu incelenen eserle sınırlanmışken denemede herhangi bir konu sınırlaması da yoktur. Eleştiride ele alınan eserin değerli ya da değersiz yönleri örneklerle ve nesnel biçimde ortaya konur. Denemede ise yazar seçtiği konuyu kanıtlama, belgeleme kaygısı olmadan istediği gibi işler.

Deneme ile benzerlik gösteren türlerden biri de makaledir. Nesnel bir anlatımla yazılan makalede yazar ileri sürdüğü tezleri ve düşünceleri kanıtlar, kesin bir dille sonuca bağlar. Öznelliğin hâkim olduğu denemede ise böyle bir zorunluluk yoktur. Makalenin dili daha açık ve anlaşılır, üslubu da denemeye göre ciddidir.

Denemenin en belirgin özelliklerinden biri sohbet havasında yazılmasıdır. Bundan dolayı denemeler sohbet türündeki yazılarla benzerlik gösterir ancak sohbette yazar okur ile konuşur gibi bir anlatımı tercih eder. Böyle yapmakla okuru etkilemeye ve yönlendirmeye çalışır. Denemede ise yazarın kullandığı üslup kendi kendisiyle konuşuyormuş gibidir.

Deneme ile fıkra türleri arasında kimi yönlerden benzerlikler vardır. Ancak fıkralarda çoğunlukla toplumu ilgilendiren güncel olaylar, denemede ise daha genel konular ele alınır.  Deneme yazarları kimi zaman yazılarında anılarına yer verebilir. Denemede anıların anlatılmasındaki amaç, söylenenlerin desteklenmesi, örneklendirilmesine yöneliktir. Anıda ise amaç yazarın yaşadığı ya da tanık olduğu, duyduğu olayları, yaşantıları okurla paylaşmaktır.

Ahmet Oktay (1935-2016)

Ankara’da doğdu. Ankara Atatürk Lisesinde okudu. Bir süre memurluk yaptı, gazetelerde ve TRT’de çalıştı.

Çeşitli dergilerde çıkan şiir ve yazılarıyla tanınmıştır. 1950’li yıllarda “Mavi Hareketi” içinde yer almış ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynamıştır. İlk dönem şiirlerinde destansı bir şiir kurmaya çalışmıştır. 1960’tan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye yönelmiştir. Kendine özgü açılımlara giderek değişik biçimlere yönelmiştir. 1980’den sonra kültür, sanat, edebiyat sorunları üzerine yazılar kaleme almıştır. “Yol Üstündeki Semender” adlı şiir kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü almıştır.

Eserleri: Gölgeleri Kullanmak, Her Yüz Bir Öykü Yazar, Dr. Kalitrari’nin Dönüşü, Yol Üstündeki Semender, Ağıtlar ve Övgüler, Bir Yazı’nın Arayışları, Yazın, İletişim, İdeoloji, Yazılanla Okunan, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, Kültür ve İdeoloji,

DİL BİLGİSİ: Paragrafta Anlatım, Anlatım Biçimleri

Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazı ile bildirme, ifade etme işine anlatım denir. Paragrafta anlatım denilince daha çok anlatım biçimleri ve düşünceyi geliştirme yolları anlaşılır.

Açıklayıcı anlatım, tartışmacı anlatım, betimleyici anlatım ve öyküleyici anlatım olmak üzere dört temel anlatım biçimi vardır. Bir metinde, bu anlatım biçimlerinin tümünden de yararlanılabilir. Ancak her metnin bir yazılış amacı vardır. Buna göre anlatım biçimleri tercih edilir:

AmaçBiçim
1Bilgi vermek, öğretmekAçıklayıcı anlatım
2Düşüncesini kanıtlamakTartışmacı anlatım
3İzlenim kazandırmakBetimleyici anlatım
4Olay içinde yaşatmakÖyküleyici anlatım

 

1. Açıklayıcı Anlatım

Bu tür metinlerde bilgilendirme amacı güdüldüğünden genellikle nesnel anlatım, sade ve açık bir dil kullanılır. Bu anlatım biçimiyle yazılmış metinler okuru ikna etmek için değil, okura belli bir konuda bilgi vermek ve onları aydınlatmak amacıyla yazılır. Örnek:

“Yaşadığım, hayran olduğum kenti, benim gözümden anlatmak istiyorum sizlere. Ankara, tarihin pek çok dönemecine tanık olmuş; Hititler, Lidyalılar, Makedonyalılar, Galatyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar gibi uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir kenttir.” [Ankara hakkında bilgi verilmiştir.]

2. Tartışmacı Anlatım

Tartışma, birbirine karşıt düşünceleri karşılıklı savunmaktır. Tartışmacı anlatım, ileri sürülen bir düşüncenin doğruluğunun kanıtlanmaya çalışılan metinlerde kullanılan bir anlatım yoludur. Bu anlatım biçiminde yazar, karşısındakiyle konuşuyormuş gibi bir tavır takınır. Yazar, paragrafın başında karşı düşünceyi açıkladıktan sonra kendi düşüncesinin doğruluğunu kanıtlamaya ve okuru ikna etmeye çalışır. Tartışmacı anlatımda “üstelik”, “çünkü”, “zira”, “gerçekten de”, “ama” gibi bağlaçlar kullanılır. Örnek:

“Vaktimizi boş işlerle geçirmek yerine iyi bir kitap okumak yararlı bir şeydir. Okumak insanı rahatlatır ve eğlendirir oysa boş işlerle uğraşmak sadece zaman kaybıdır.”

[Okumanın insana faydalı olduğu, zamanı boş işlerle harcamak yerine tercih edilmesi gerektiği konusunda okur ikna edilmeye çalışılmaktadır.]

3. Betimleyici Anlatım

Betimleme; bir varlığın ya da nesnenin hareketlerini, bir yerin görünüşünü, bunların kişide uyandırdığı izlenimleri anlatmayı ve okurun kafasında canlandırmayı amaçlayan bir anlatım biçimidir. Sıfatların sıkça kullanıldığı betimlemede varlıkların niteleyici özellikleri kelimelerle resmedilir. Bu yüzden betimlemede görsellik ön plandadır, okuduğumuzda gözümüzde bir tablo canlanır. Bu tür betimlemelerde amaç sanat yapmak değil, bir konu hakkında bilgi vermektir.

Betimlemede anlatılan yer, nesne ya da varlığın özellikleriyle ilgili ayrıntılı bilgi verilir. Bir insan betimleniyorsa buna portre denir. Portre, fiziksel ve ruhsal olmak üzere ikiye ayrılır. Bir kimsenin yalnız dış görünüşünün betimlenmesine fiziksel portre; o kişinin iç dünyasını, karakterinin, davranışlarının betimlemesine ise ruhsal portre denir. Betimleyici anlatım; hikâye, roman, anı, gezi yazısı gibi metin türlerinde kullanılan bir anlatım biçimidir. İzlenimsel (sanatsal) betimleme ise edebî metinlerde okuru etkilemek, okuyanda güzellik hissi uyandırmak için yapılan ve öznel anlatımın hâkim olduğu betimlemelerdir. Örnek:

“Bodrum, her yaz dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca turisti ağırlıyor. Beyaz evlerinin mavi pencerelerinden sarkan mor begonvillerin süslediği tablo görüntüsünün yanında, günümüze kadar korunmuş tarihî dokusu ve yazın renklerini tümüyle hissettiren doğal güzellikleriyle vazgeçilmez bir turizm merkezi.”

[Bodrum’u anlatmış, betimlemiştir.]

4. Öyküleyici Anlatım

Öyküleme, yaşanan ya da kurmaca bir olayın yer, zaman ve kişiye bağlı olarak anlatımıdır. Bu anlatımda amaç; olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmak, anlatmak istenileni bir olay içerisinde vermektir. Bir olayın anlatıldığı roman, hikâye, masal gibi sanat ve tarih metinleri, anı, gezi yazıları gibi öğretici metinlerde kullanılır. Örnek:

“Bulvarda serçelerin akşam vakitleri toplanıp da ötüştükleri bir köşe vardır. Bilmem aklımda yanlış mı kalmış? Kışın o en zorlu günlerinde, atkestanesi ağacına üşüşür; kara, tipiye aldırmadan birer alışılmamış biçimde meyvelercesine dallara asılır, öterlerdi. Yalnız akşamlarımın çoğunda onları seyreder, yaşamanın mutluluğunu cıvıltılarında arardım. Avunacak bir şeyler elde etmeye çalışırdım. Olmazdı. Yalnızlık canıma “tak” demişti. Bir dost, bir arkadaş gerekliydi bana.”

SÖYLEV (NUTUK)

Bir topluluğa düşünceler, duygular aşılamak amacıyla söylenen, uzunca, coşkulu ve güzel sözler bütünüdür. Coşkulu ve edebî bir dille yapılır. Bir fikri, bir davayı karşısındaki insanlara dil ustalığı ile açıklamaya hitabet sanatı; toplum önünde bu konuşmayı yapana da hatip denir. Türü ne olursa olsun, hitabet alanında başarı büyük ölçüde söylevi veren kişinin tutumuna ve yöntemine bağlıdır. İyi bir hatipte aşağıdaki özellikler bulunur:

  • Dinleyicilerin ilgilerini ve tepkilerini göz önünde tutar.
  • Söz söylediği konuda zengin bir bilgi ve düşünce birikimine sahiptir.
  • Söyleyeceklerini amacına uygun bir yönde duygu ve düşünce akışını bozmadan dile getirir.
  • Ses tonunu, jest ve hareketlerini, vurgu ve tonlamayı ustaca kullanır.
  • Konuşmasını, herkesin anlayabileceği yalın ve açık bir dille yapar.
  • Konuşma sırasında açık ve inandırıcı olur.

Söylev Türünün Özellikleri

  • Söylevler, düşünsel planla oluşturulur.
  • Genellikle kısa cümleler tercih edilir ve cümlelerde daha çok haber kipi ya da mastar hâlindeki fiiller kullanılır.
  • Hatip, klişeleşmiş sözler ve deyimler kullanmaktan kaçınır.
  • Akıcı, içten, etkili ve coşturucu bir anlatımla siyasi, sosyal, millî, hukuki, ahlaki vb. konularda topluluğu yakından ilgilendiren bir düşünce ya da sorun işlenir.
  • Bu türdeki metinlerde dil alıcıyı harekete geçirme ve heyecana bağlı işlevinde kullanılırken söyleşmeye bağlı anlatım ağır basar.

Söylev Türünün Gelişimi

Söylev türünün Batı’daki ilk örneklerini eski Yunan edebiyatında Demosten, Latin edebiyatında ise Çiçero vermiştir. Fransız edebiyatında Bossuet (Bosse), Mirabeau (Mirabu) ünlü söylevciler arasındadır. Türk edebiyatında ise Bilge Kağan’ın Göktürk (Orhun) Yazıtları’nda Türk milletine seslenişi ilk söylev, Bilge Kağan da ilk hatip olarak kabul edilir.

Türk edebiyatında söylev sanatının gelişimi II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ömer Naci ve Hamdullah Suphi Tanrıöver ile görülür. Özellikle Millî Mücadele Dönemi’nde Mehmet Âkif Ersoy ve Halide Edip Adıvar, Cumhuriyet Dönemi’nde ise Mustafa Kemal Atatürk söylevde öne çıkan isimlerdir.

Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938)

Selanik’te doğdu. Kısa bir süre mahalle mektebine devam etti. Daha sonra çağdaş eğitim yapan Şemsi Efendi Okuluna geçerek ilkokulu burada bitirdi. Selanik Mülkiye ortaokulunu, Manastır Askeri Lisesini, Kara Harp Okulunu ve Harp Akademisini bitirdi. Orduda çeşitli vazifeler aldı. 1913 yılında Sofya’da Ataşe Militer olarak bulundu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Çanakkale Muharebelerinde, tümen komutanı olarak görev yapıtı. 1916 yılından itibaren, Doğu ve Güney cephelerinde kolordu ve ordu komutanlığı yaptı. Bitlis ve Muş’u düşman işgalinden kurtaran kuvvetlerin başında bulundu. Filistin ve Suriye cephelerinde görev aldı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra işgal kuvvetleri tarafından Anadolu’nun işgal edilmesi üzerine 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Türk millî mücadelesini başlattı. Amasya Genelgesi’ni yayımladı, Sivas ve Erzurum Kongrelerini topladı.

Askerî görevlerinden istifa ederek 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’yi topladı. Meclis Başkanı seçildi. 5 Ağustos 1921’de Başkomutanlık görevini üstlenerek Anadolu’nun Yunan işgalinden kurtarılması için mücadeleye devam etti. Sakarya Meydan Savaşı’nı kazandı. 19 Eylül 1921’de Meclis tarafından kendisine mareşal ve gazi unvanı verildi. 26 Ağustos 1922’de işgalci Yunan kuvvetlerine karşı  Büyük Taarruz’ u başlattı. 30 Ağustos 1922’de de Başkomutanlık Meydan Savaşı’nı kazandı. Lozan Barış Konferansı’ndan sonra, 11 Ağustos 1923’te toplanan TBMM tarafından yeniden başkan olarak seçildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edildiği gün, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Dört dönem üst üste seçildi. 10 Kasım 1938’de vefat etti.

Eserleri: Nutuk, Medeni Bilgiler, Geometri, askerlikle ilgili kitapları (Zabit ve Kumandan ile Hasbihâl…)

Göktürk Yazıtları (Orhun Abideleri)

  • 8. yy.da yazılmıştır.
  • Kitabelerin bir yüzü “Göktürk alfabesi” ile diğer yüzleri “Çince” yazılmıştır. [“Göktürk alfabesi” 38 harften oluşmaktadır. Yazıtta bu alfabe sağdan sola ve yukarıdan aşağıya olmak üzere iki şekilde kullanılmıştır.]
  • Türklerin ilk tarihî belgesi ve aynı zamanda yazılı ilk edebî eserleri olarak kabul edilir.
  • Bu kitabeler sırasıyla Tonyukuk (716), Kül Tigin (731) ve Bilge Kağan (735) adına dikilmiştir.
  • Söylev türündeki bu eserde Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk yaptıkları icraatları anlatarak yaşadıkları dönemde neler olduğunu ele alırlar. Siyaset, tarih, coğrafya ve edebiyata ait birçok bilgi içeren kitabeler yabancı etkilerden uzak ve yalın bir Türkçeyle yazılmıştır.
  • Oldukça gelişmiş ve işlenmiş bir dil kullanılmıştır. Anlatımda benzetmelere, aliterasyonlara, atasözü ve deyimlere yer verilmiştir.
  • Yazıtlardan ilk kez 1709’da Strahlenberg (Şitralinberg) bahsetmiştir. 1839’da Danimarkalı dil bilimci William Thomsen (Vilyım Tomsın) tarafından bulunmuş Rus Türkolog Vasili Radlof’un yardımıyla okunmuştur. Yazıtlar, içerisindeki Çince metinlerden yola çıkılarak çözülmüş, bu çalışmalar aynı yıl bilim dünyasına duyurulmuştur.
  • Türkiye’de Köktürk anıtlarını ilk tanıtan Necip Asım’dır: Orhon Abideleri, İstanbul, 1924. En geniş çaplı çalışmayı Hüseyin Namık Orkun yapmıştır: Eski Türk Yazıtları I-IV, İstanbul, 1936-1941.

Söylev Çeşitleri

Söylevler, cephede askerlerin moralini yükseltmek için yapılan konuşmalardan milletvekili, dernek seçimlerine, insanların ortak duygularını harekete geçirmeye kadar ulusal ve toplumsal hemen her konuda düzenlenebilir. Söylevlerin konusu genellikle millî ve toplumsal konulardır. Söylevler, konusuna göre hukuki, siyasi, törensel, askerî, dinî ve akademik olmak üzere çeşitlere ayrılır, bunlardan en yaygınları siyasi, askerî ve dinî söylevlerdir:

Politikacıların ulusal mecliste, kapalı mekânlarda ya da açık alanlarda yaptıkları konuşmalar siyasi söylevdir. Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Halide Edip Adıvar gibi isimler bu türde olgun örnekler vermişlerdir.

Komutanların askere cesaret ve moral vermek için yaptıkları konuşmalara askerî söylev denir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden önce yaptığı söylev bu türün en iyi örneklerindendir. Padişahların, devlet yöneticilerinin ve komutanların özellikle savaş meydanlarında yaptıkları bazı askerî konuşmalar dönemin tarihçileri tarafından yazıya geçirilmiştir.

Din adamlarının bireysel ve toplumsal sorunları dinî açıdan yorumladıkları konuşmalara ise dinî söylev adı verilir. Türk İslâm toplumunda bu tür söylevlere hutbe de denir. Hz. Muhammed’in “Veda Hutbesi” bu türün en iyi örneğidir. İslâmiyet etkisinde gelişen Türk edebiyatında Ahmet Yesevi, dinî söylev türünde en eski ve başarılı örnekleri vermiştir.

Bilim insanlarının bilimsel toplantılarda yaptıkları konuşmalara ise akademik söylev adı verilir.

Mahkemelerde hak hukuk konusunda yapılan konuşmalara hukuki söylev denir. Gerek savcıların iddianameleri, gerekse avukatların savunmaları hukuki söylevin en yaygın örnekleridir. Osmanlı Devleti’ndeki hukuk sisteminde şeri mahkemelerin başında kadılar bulunurdu. Dava, bir kişinin kadı huzurunda diğer bir kişiden hak talep etmesi ile açılırdı. Hak talebinde bulunan kişiye davacı, diğer tarafa da davalı denirdi.

Bilge Kağan (683-734)

Göktürkleri elli yıllık Çin esaretinden ikinci defa kurtararak Göktürk hanedanlığını kuran İlteriş Kutluk Kağan’ın oğludur. 32 yaşındayken Göktürk Devleti’nin başına geçerek yönetimi eline alır, devlet yapılanmasını yeniden inşa eder. Ordunun başına kardeşi Kül Tigin’ i, vezirliğe ise kayınpederi Tonyukuk’u getirerek daha da güçlenmiştir. O yıllarda devletin durumu çok kötü olmasına rağmen, halkı bir araya getirip Türk boylarını egemenliği altına alır.

Hükümdarlığı sırasında Göktürk Devleti’nin sınırları Çin’in Şan-Tung ovasından, İç Asya’da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani Irmağı havalisi ve Batı Demir Kapı’ya (Ceyhun Irmağı’nın yakınında Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulaşmıştır. Bilge Kağan önce veziri Tonyukuk’u sonra kardeşi Kül Tigin’i kaybetmiştir. Kendisi de Çinlilerle iş birliği yapan Buyrak Cor tarafından zehirlenmiştir. 735 tarihinde büyük bir törenle defnedilmiştir.

Evliyâ Çelebi (1611-1682)

İstanbul’da doğdu. Medreseye devam ederken bir yandan da babasının yanında çalıştı. IV. Murat zamanında Enderun’a girerek dört yıl sonra sipahi oldu. Daha sonraki yıllarda birçok ülkeyi dolaştı. Bu gezilerinde karşılaştığı olayları “Seyahatnâme” adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde anlatmış, gözlemlerini seyahatnamesinde tarih ve yer belirterek yazmıştır.

10 ciltlik Seyahatnâme edebiyatımızın gezi türünde ilk büyük eseridir. Gerçekçi bir gözle izlenen olaylar, yalın ve duru bir anlatımla kendine has inceliklerle bezenmiştir. Eserini konuşma diline çok yakın bir dille kaleme almıştır. Evliyâ Çelebi, gördüğü her şehir ve kasabayı tanıtmış ayrıca katıldığı savaşları, hizmetinde bulunduğu devrin paşaları ve vezirlerine ait hususiyetleri kitabında nakletmiştir. “Seyahatnâme” dil, folklor, coğrafya, tarih, etnografya, toplumbilim bakımlarından çok önemli bir kaynaktır.

Eserleri: Seyahatname (17. yy.).

DİL BİLGİSİ: Düşünceyi Geliştirme Yolları

Bir paragrafta ileri sürülen görüş ve düşüncelerin inandırıcılığını sağlamak amacıyla yazar tanımlama, örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme (alıntı yapma), sayısal verilerden yararlanma, benzetme gibi düşünceyi geliştirme yollarına başvurabilir.

Tanımlama

Bir kavramın ya da varlığın ne olduğunu bildirmek, niteliklerini eksiksiz olarak açıklamaktır. “Bu nedir?” sorusunun cevabı olan cümlelerdir. Tanımlama bir düşünceyi karşımızdakine aktarmanın doğrudan bir yoludur. Daha çok açıklama ve tartışma anlatım biçimlerinde kullanılan bu yolla tanımlanan şeyin okurun zihninde daha kolay belirmesi amaçlanır. Bir kavramın herkes için aynı olan ve gerçek özelliklerini ortaya koyan tanımlara nesnel tanımlama; kişiden kişiye farklılaşabilen, göreceli yapılan tanımlara ise öznel tanımlama denir. Örnek:

“Bilinç akışı yöntemi, öykü ve romanlarda karakterlerin, geçmişe ve bugüne ilişkin duygu, düşünce ve anılarının aktarımında kullanılan bir tekniktir.”

Karşılaştırma

İki kavram, varlık veya olayın benzer ya da farklı yönleriyle ortaya konulmasıdır. Genellikle “oysa, ise, daha, en” gibi ifadelere yer verilir. Karşılaştırmada amaç kavramın başka kavramlarla ortak ya da farklı yönlerini ortaya koyarak onun belirgin özelliklerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır.  Örnek:

“Tiyatro sanatı, sinemadan daha eskidir.”

Tanık Gösterme (Alıntı Yapma)

Bir düşünceyi savunmak, doğruluğunu kanıtlamak için aynı görüşü paylaşan, destekleyen bir kişinin yazılarından veya konuşmalarından alıntı yapmaktır. Tanık olarak seçilen kişinin ya adı anılır ya da söylediklerinden alıntılar yapılır. Görüşler buna bağlı olarak geliştirilir veya pekiştirilir. Örnek:

Andre Gide (Andre Jit) bir yazısında şöyle der: “Sanatçının konusu insandır. Bir insanın yaşamı o insanın düşlerinin de kaynağıdır.” Bu söze katılıyorum. Çünkü yaşananlarla düşler iç içedir. Sanatçı, yazar, ozan da insan yaşamını, insan düşlerini bir yapıtta gerçeğe dönüştürendir. Başkasına, geleceğe bakandır. Kendi yaşadıklarına, düşlerine herkesi ortak edendir.

Örnekleme

Soyut bir düşünceye somut görünürlük katarak söylemek istenilenin okuyucunun zihninde canlanmasını sağlayan bir tekniktir. Bir düşünceyi inandırıcı kılmak için örneklere başvurulur. Örnek:

“Renklerin insan psikolojisi üzerinde bazı etkileri olduğu belirlenmiştir. Örneğin beyaz, açık sarı insanı dinlendirir; pembe, mavi canlandırır; mor, kahverengi gibi koyu renkler yorar, karamsarlaştırır.”

Sayısal Verilerden Yararlanma

Kaynağı güvenilir bir kişi ya da kurum olan sayısal veriler, anlatımda düşünceyi inandırıcı kılmanın önemli bir yoludur. Yazarlar sayısal verileri okuyucuyu sıkmadan yeterince kullanmalıdır. Bu yöntem istatistik veriler verdiğinden genelde bilimsel yazılarda kullanılır. Örnek:

“Millî Edebiyat Dönemi’nde yazılan romanların % 90’ında olaylar İstanbul’da, %10’unda ise Anadolu’da geçer. Daha sonraki dönemlerde bu oranlarda büyük bir değişme olmuştur.  Bu durum Türk romanının değişimi açısından önemli bir göstergedir.”

Benzetme

Bir kavramı ya da varlığı daha güçlü başka bir kavram ya da varlığın özellikleriyle anlatmaya benzetme denir. Bir kavramı ya da varlığı başka kavram ya da varlığa ait özelliklerle anlatmadır. Çoğunlukla cümle düzeyinde kullanılan, anlamı zenginleştirmeyi amaçlayan bir düşünceyi geliştirme yoludur. Genellikle “gibi, sanki, andırıyor, tıpkı” gibi ifadelere yer verilir. Örnek:

“Toroslar, Çukurova’nın bereketli topraklarını İç Anadolu’nun bozkırlarından ayırır.  Çukurova’yı bir at nalı biçiminde kuşatmış bir duvardır sanki. Ovadan bakılınca çelikten dev bir testere ağzını andıran tepeler, yaz kış ışıl ışıldır.”

 

Sosyal Medyada Paylaş Facebook Twitter Google+
Açık Lise sınavlarına hazırlanmanın en kolay hali: AçıkTercih AÖL Test Çöz!

Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!


Etiketler: ,
Eklenme Tarihi: 6 Ocak 2020

Facebook Yorumları

Konu hakkında yorumunuzu yazın

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.