Türk Dili ve Edebiyatı 6 Konu Anlatımı

yorumsuz
84 views

Türk Dili ve Edebiyatı 6 Konu Başlıkları

ROMAN

ROMAN CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ROMAN (1923-1950) Cumhuriyet’in ilk dönem yazarları topluma eğilmiştir. Toplumun gerçekleri, sorunları ve bunlara çözüm çabaları vs. anlatılmıştır. Genellikle realist bir bakış açısı…

DİL BİLGİSİ: ANLATIM BOZUKLUKLARI

DİL BİLGİSİ: ANLATIM BOZUKLUKLARI 1. ANLAMA DAYALI ANLATIM BOZUKLUKLARI Gereksiz Kelime Kullanılması  Aynı kavramı veya varlığı karşılayan birden fazla kelimenin, işlevi olmayan bir kelimenin veya…

TİYATRO

TİYATRO CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE TİYATRO (1923-1950) Cumhuriyet Dönemi’nde Türk tiyatrosu hem kurumsal bir yapıya kavuşmuş hem de tiyatro sanatı açısından çeşitli atılımlar yapılmıştı. Çağdaş Türk tiyatrosunun…

ELEŞTİRİ

ELEŞTİRİ Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit) denir. Bir…

MÜLAKAT / RÖPORTAJ

MÜLAKAT / RÖPORTAJ Mülakat Kendi uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle yaşamları, çalışmaları, yapıtları ya da herhangi bir konuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların yazıya geçirilmesiyle oluşturulan…

AÖL Türk Dili ve Edebiyatı 6 Testleri

Açık Lise (546) Türk Dili ve Edebiyatı 6 Testi (Aralık 2019)

Açık Lise (546) Türk Dili ve Edebiyatı 6 Testi (Temmuz 2019)

Açık Lise (546) Türk Dili ve Edebiyatı 6 Testi (Nisan 2019)

Açık Lise (546) Türk Dili ve Edebiyatı 6 Testi (Aralık 2018)

ROMAN

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ROMAN (1923-1950)

Cumhuriyet’in ilk dönem yazarları topluma eğilmiştir. Toplumun gerçekleri, sorunları ve bunlara çözüm çabaları vs. anlatılmıştır. Genellikle realist bir bakış açısı benimsenmiş çünkü toplumun gerçeklerine yaşanılanlarına dikkat verilmiştir.

Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nuri Güntekin bu yılların en önemli üç yazarıdır. Anadolu’ya ve köye yönelmeyi farkındalıkla geliştirmişlerdir. Yakup Kadri ve Halide Edip Anadolu’yu savaş yıllarında tanımış ve eserlerine yansıtmış, Refik Halit Karay, Aka Gündüz, Peyami Safa ise daha çok bireyin iç dünyasını esas alan eserler vermiştir.

Bu dönemdeki ikinci dünya savaşı ve yeni siyasi dönem sebebiyle konular çeşitlenmiş ve  “Köy edebiyatı” 1970’e kadar genişleyerek süren köy ve köylünün sorunlarına eğilen yazarlar yetişmiştir.

İlk romanlarını bu dönemde yayımlayan toplumcu gerçekçi yazarlar olarak Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, Faik Baysal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar, Halikarnas Balıkçısı sayılabilir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)

Bir yandan gazete ve dergilerde makale ve hikâyeler yazdı, öte yandan edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’ya geçti; Sakarya’yı, Batı Cephesi’ni dolaştı. Bu da eserlerini konu bakımından etkilemiştir. Türk toplumunun Tanzimat’tan sonra geçirdiği aşamaları eserlerinde anlatmış ve hemen her romanında, tarihsel olaylara bağlı insanların kişiliklerini yansıtmıştır.

Hikâye, roman, anı, mensur şiir, deneme, makale, tiyatro, monografi türlerinde eserler verdi. Gerçekçi küçük hikâyelerden romana geçti. Romanlarında, birbirini tamamlayan bireysel ve toplumsal yaşam zincirimizi betimledi. Romanlarındaki tiplerin çoğu, iç dünyaları zengin, kötümser, düzensizlik kurbanı, törelere, geleneklere bağlı kişilerdir.

Toplum için sanat” ilkesine bağlıydı. Çözümlemeci, betimleyici, düşünce ve tezci yönleriyle dikkat çekti.

Fecr-i Ati topluluğunda yer aldı. Servet-i Fünun etkisiyle ağırlaşan dili, Millî Edebiyat akımını benimsedikten sonra sadeleşti.

Eserleri: Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri (hikâye); Kiralık Konak, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara (roman); Vatan Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Zoraki Diplomat, (anı); Erenlerin Bağından, Okun Ucundan (mensur şiir)…

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ROMAN (1950-1980)

1950’lerde İkinci Dünya Savaşı yıllarında yetişen köy çıkışlı, Köy Enstitülü yazarların köy ve kasaba romanlarını yayımlamaya başladıkları görülüyor. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Tarık Buğra…

1960’lı yıllarda toplumcu gerçeklik gittikçe yoğunlaşmaya başladı. Bunun yanı sıra roman yazma yönteminde de değişim, gelişim meydana gelmiştir. 1960’tan başlayarak geçirilen siyasal, toplumsal ve ekonomik değişmeler, bunların sonuçları, yazarların ele aldığı başlıca konulardır. Nezihe Meriç, Rıfat Ilgaz, Yusuf Atılgan…

1970-1980 yılları arasında roman yazarları sayısında artış, romanlarda ele alınan konularda çeşitlenme, toplum sorunlarına eğilişi de beraberinde getirir. Belgelere dayanılarak yazılan tarihî romanlarla birlikte Almanya’ya göçün romanlara girdiği görülür. Türkiye’den Almanya’ya giden çocukların dil sorunları, anne babalarının iş yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar, sıla özlemi, Alman topluluğuna uyum sağlamada çekilen sıkıntılar yazarların üzerinde durdukları belli başlı konulardır.

Abbas Sayar, Muzaffer İzgü, Oktay Rifat, Ferit Edgü, Oğuz Atay, Ümit Kaftancıoğlu, Bekir Yıldız, Selim İleri, Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Pınar Kür.

Yaşar Kemal (1923–2015)

Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Adana’da inşaat kontrol memurluğu, ırgat kâtipliği, öğretmen vekilliği, sünger avcılığı, pamuk tarlalarında işçilik, su bekçiliği gibi kırkı aşkın işte çalıştı. İstanbul’a gelerek gazeteciliğe başladı.

Sanat yaşamına şiirle başladı. Folklor araştırmaları, fıkra, röportaj, hikâye, roman, tiyatro ve senaryo türlerinde eserler verdi. Yurt gerçeklerini yansıtan röportajları ve dergilerde yayımlanan hikâyeleriyle ünü yaygınlaştı.

Özgün bir dili, coşkulu bir anlatımı vardır. Eserlerinde, çoğunlukla Çukurova insanlarının yaşamlarını anlattı. Bu kişilerin yaşamlarını, türlü çelişkileri gözler önüne serdi. Halkın ortak inançlarını bir masal, efsane, destan havası içinde dile getirdi.

Eserleri: Sarı Sıcak (hikâye); İnce Memed, Teneke, Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Demirciler Çarşısı Cinayeti,  Yusufçuk Yusuf, Yılanı Öldürseler (roman)…

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ROMAN (1970-1980)

1970-1980 yılları arasında eser veren romancılar, birbirinden farklı konu ve tarz benimsemişlerdir:

Sanatı toplumdan soyutlamayan Abbas Sayar, ilk romanı Yılkı Atı’nda, yılkılığa bırakılmış bir atın hikâyesini anlatır. [Yılkı: Başıboş bırakılmış at veya eşek.] “Tutunamayanlar” romanıyla atılım yapan Oğuz Atay, bu eserinde ironik bir anlatımla küçük burjuvanın düşünce biçimi ve davranışlarını eleştirir. Ümit Kaftancıoğlu, romanlarında köylünün sorunlarını, devletin eğitim ve öğretime, öğretmenlere karşı ilgisizliğini ele alır. Bekir Yıldız, ilk romanlarında Almanya’da çalışan işçilerin sorunlarını, Almanlardaki yabancı düşmanlığını işler. Melih Cevdet, Erdal Öz,  Oktay Rifat 12 Mart öncesi ve sonrası olaylara değinen yazarlar olarak dikkati çekerler. Vedat TürkaliBir Gün Tek Başına ”da 27 Mayıs 1960’tan önce devrimi hazırlayan olaylar ve toplumdaki çalkantıları verir.

“Gülmecenin işlevi güldürmek değil, olaya parmak basmaktır.” görüşünü savunan Muzaffer İzgü, eserlerinde gecekondu halkının yoksul yaşantısını, köyden kente göçü konu edinmiştir. Bilinç akışı yönteminin olgun örneklerini veren Adalet Ağaoğlu, “Ölmeye Yatmak”, “Bir Düğün Gecesi” romanlarında aydın kişilerin sorunlarını ve bunalımlarını; “Fikrimin İnce Gülü”nde ise işçilerin sorunlarını, Almanya’ya göçü ele alır. Pınar Kür, Sevgi Soysal gibi yazarlar romanlarında kadınların karşılaştıkları sorunları ele aldılar.

Abbas Sayar (1923-1999)

Gazete satıcılığı, kitapçılık, matbaacılık ve çiftçilik yaptı.

Edebiyat yaşamına şiirle başladı. Yılkı Atı romanıyla tanındı. Romanlarında başarılı çevre betimlemeleriyle Orta Anadolu gerçeklerini yansıttı. Kişileri toplumsal koşulları içinde ele aldı. Eserlerinde özentiye ve gereksiz uzatmalara, gerçeği saptıran çözümlemelere düşmedi.

Eserleri: Yılkı Atı, Çelo, Can Şenliği, Dik Bayır, Tarlabaşı Salkım Saçak, Anılarda Yumak Yumak (roman); Yorganımı Sıkı Sar (hikâye); Gönül Sandalı, Sereserpe (şiir). …

DÜNYA EDEBİYATINDA ROMAN (20. YÜZYIL)

Roman, Avrupa’da sözlü edebiyattaki destan türünün geçirdiği evrimleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkar.

Roman türünün ilk başarılı örneği kabul edilen Don Kişot, Miguel de Cervantes (Mişel dö Servantes) tarafından 16. yüzyılın sonlarına doğru yazılmıştır. 17. yüzyılda Madame De La Fayette (Madam dö la Fayet) Klasisizm akımı etkisiyle eserler yazmıştır. İngiltere’de Daniel Defoe (Danyel Defo) “Robenson Cruze (Robinson Kruzo)”yu, Jonathan Swift (Canıtın Svift) “Guliver’in Gezileri”ni yazmıştır.

Roman türünün yetkin örnekleri 19. yy. da verilmeye başlanır. Roman bir tür olarak karakteristik özelliklerini romantizm ve realizm akımları sayesinde bu yüzyılda kazanır. Stendhal (Stendal), Balzac (Balzak), Flaubert (Flober), Turgenyev (Törjenyev), Dostoyevski, Tolstoy (Tolstoy), Emile Zola (Emil Zola), Henry James (Henri Ceyms), Proust (Prost) yüzyılın önemli romancıları olarak öne çıkmıştır.

  1. 20. yüzyıldaki sosyal ve teknolojik gelişmeler romana da yansımıştır. Bu dönem romancıları arasında Amerikan edebiyatından John Steinbeck (Con Ştaynbek), Ernest Hemingway (Örnst Hemingvey); Alman edebiyatından Thomas Mann (Tomas Man), Erich Maria Remargue (Erik Marya Römark); Fransız edebiyatından Andre Mourois (Andre Moruva), Jaun Paul Sartre (Jan Pol Sartr), Albert Camus (Alber Kamü) sayılabilir.

Ernest Hemingway (1899-1961)

Amerikalı yazar ve gazeteci. İlk makalelerini lise yıllarında okul gazetesinde yayınladı. On beş yaşında evden kaçarak Kızılderililerle yaşadı. Çeşitli işlerde çalıştı. Sonra Paris’e yerleşti. Burada, yaşadıklarını anlatan eserlerini yazdı. Kısa ve gösterişsiz yazı tarzıyla bilinir. “Yaşlı Adam ve Deniz” adlı eseriyle Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.

Eserleri: Güneş de Doğar, Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Yaşlı Adam ve Deniz, Ya Hep Ya Hiç, Klimanjaro’nun Karları…

DİL BİLGİSİ: ANLATIM BOZUKLUKLARI

  1. ANLAMA DAYALI ANLATIM BOZUKLUKLARI

Gereksiz Kelime Kullanılması

Aynı kavramı veya varlığı karşılayan birden fazla kelimenin, işlevi olmayan bir kelimenin veya ekin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna neden olur. Ayrıca bir kelimenin anlamının aynı cümlede başka bir kelime içinde bulunması da anlatım bozukluğuna yol açar. Örnek:

Lütfen, fikir ve düşüncelerime saygı göster.

Ne merhameti ne de acımayı sizden öğrendim.

Aklıma yine eski geçmiş günlerimiz geldi.

 

Anlamca Çelişen Kelimelerin Kullanılması

Bir cümlede, anlam bakımından birbiriyle ters düşen kelimelerin veya sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanan anlatım bozukluklarıdır. Genellikle, “kesinlik” anlamı içeren bir kelimeyle “olasılık” anlamı içeren bir kelimenin aynı cümlede kullanılmasıyla ortaya çıkar. Örnek:

Eminim ki bugün de gelmeyecekler galiba.

Sanıyorum bize yine kesinlikle çıkışacaklar.

Oraya, tam olarak yaklaşık bir saat sonra geliyoruz.

 

Kelimenin Yanlış Anlamda Kullanılması

Anlam veya yazım bakımından birbirine yakın olan kelimelerin, birbirlerinin yerine kullanılmasından kaynaklanır. Örnek:

Sayın seyirciler, bültenimizi çok üzgün bir haberle noktalıyoruz. (üzücü)

Arabamın değeri geçen yıla göre yüzde yirmi çoğaldı. (arttı)

Görmeyeli saçların bir hayli büyümüştü. (uzamıştı)

 

Kelimenin Yanlış Yerde Kullanılması

Cümlede, bir kelimenin gerektiği yerde kullanamamasından kaynaklanan anlatım bozukluğudur. Bu anlatım bozukluğu, genellikle, zarf olarak kullanılması gereken kelimelerin sıfat olarak; sıfat olarak kullanılması gerekenlerin zarf olarak kullanılması durumunda ortaya çıkar. Örnek:

İşe gitmeyip bütün gün bomboş evde oturmuş. (İşe gitmeyip bütün gün evde bomboş oturmuş.)

Uyandığında senin ilk aklına kim gelir? (Uyandığında senin aklına ilk kim gelir?)

Başarımı tebrik eden, ilk annem oldu.( Başarımı ilk tebrik eden, annem oldu.)

 

Deyim ve Atasözlerinin Yanlış Kullanılması

Deyimlerin kalıplaşmış anlamları vardır ve deyimler bu kalıplaşmış anlamları çerçevesinde kullanılır. Kalıplaşmış belli bir anlamı karşılayan deyimin başka bir anlamda kullanılması, anlatım bozukluğuna yol açar.  Örnek:

Güzel notlara alınca öğretmenin gözünden düştü. (Güzel notlara alınca öğretmenin gözüne girdi.)

Kadının korkudan etekleri zil çalıyordu. (Kadının korkudan ödü patlıyordu.)

Karşıdan gelen kamyonu gören yolcuların canı burnuna gelmişti. (Karşıdan gelen kamyonu gören yolcuların gözleri korktu.)

 

Anlam Belirsizliği

Tamlayanı ikinci tekil (senin) veya üçüncü tekil (onun) kişi zamiri olan tamlamalarda tamlayan düştüğünde; tamlananın ikinci tekil kişiye mi yoksa üçüncü tekil kişiye mi ait olduğunun anlaşılmamasından ya da bir cümlenin yapısından dolayı iki anlama gelecek şekilde, oluşturulmasından kaynaklanır. Örnek:

Okuldan ayrılacağını kimse bilmiyormuş. (senin ayrılacağını mı, onun ayrılacağını mı)

Üniversiteyi kazandığını duyunca çok sevindi. (senin kazandığını mı, onun kazandığını mı)

 

Mantık ve Sıralama Yanlışlığı

Cümlede, dile getirilen durum veya olayların önem sırasına göre söylenmemesinden ya da mantık bakımından tutarsızlık bulunmasından kaynaklanan anlatım bozukluklarıdır. Kral ölünce yeni kralı seçmek için halk sandığa gitti. Bu cümlede mantık hatası vardır. Çünkü krallık babadan oğula geçer; seçimle belirlenmez. Örnek:

Kapıda bir saniye değil, bir dakika bile beklemem.(Kapıda bir dakika değil, bir saniye bile beklemem.)

Bu feci kazada ölebilir hatta sakatlanabilirdin. (Bu feci kazada sakatlanabilir hatta ölebilirdin.)

Bırakın sınıfta ilk beşe girmeyi birinci bile olamaz.(Bırakın sınıfta birinci olmayı ilk beşe bile giremez.)

 

TİYATRO

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE TİYATRO (1923-1950)

Cumhuriyet Dönemi’nde Türk tiyatrosu hem kurumsal bir yapıya kavuşmuş hem de tiyatro sanatı açısından çeşitli atılımlar yapılmıştı. Çağdaş Türk tiyatrosunun Batı tiyatrosu düzeyine getirilmesinde Muhsin Ertuğrul’un büyük katkısı olmuştu. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi ’de (konservatuvar) Türk öğrencilerine tiyatro dersleri vermiş, yerli oyunculara öncelik tanımış, Türk yazarları desteklemişti.

Bu dönemde Ankara’da Devlet Tiyatroları kurulmuş, bazı büyük şehirlerde şubeleri açılmış, turneler düzenlenerek tiyatro halkın ayağına götürülmüş, tiyatroya bilinçli seyirci yetiştirilmişti. Özel tiyatrolar ise yeni tiyatro anlayışını ve akımlarını sahneledikleri oyunlarla tanıtmış, özellikle turnelerle tiyatroyu Anadolu’da onlar yaygınlaştırmıştı.

Bazı yazarlarımızın tiyatro türünde örnek vermeleri Türk tiyatrosunun oyun repertuvarındaki çeviri oyun yerli oyun rekabetini olumlu yönde etkilemişti.

Çok partili dönemle birlikte tiyatro, siyasî içerik kazanmıştı. Yönetimin baskıcı tavırları yazarlarımızı farklı biçim ve dil arayışına yöneltmişti. Dramatik veya epik türdeki oyunlarında gerçek yaşamdan kesitler bulunuyordu.

Bu dönemde; savaş vurguncularının kolay kazanılmış bir servetin üstünde, türlü aşırılıkları ve taşkınlıklarıyla toplumun genel ahlak anlayışına ters düşen bir yaşam sürdürmeleri vs. yazarlarımız tarafından eleştirilmişti. Güçlü ve acımasız iş adamları, kurnaz fırsatçılar, içgüdüleri doğrultusunda hareket eden kadınlar vb. temalar işlenmişti. “Yaşayan Ölüler, Tersine Akan Nehir” (Cevdet Kudret), “İşsizler,  Üç Kişi Arasında” (Vedat Nedim Tör), “Bir Adam Yaratmak, Tohum” (Necip Fazıl Kısakürek), “Esirler” (Sabahattin Ali) bu döneme örnek olan eserlerdir.

İkinci Dünya Savaşı ve çok partili dönemin bunaltıcı havası yeni yazar kuşağını oluşturmuştu. Batılılaşmanın yanlış anlaşılması, paranın bayağılığı ve insan ahlakı üstündeki olumsuz etkileri, değişen değer yargıları, ekonomik sorunlar, aile dramları vb. konular işlenmişti. “Köşebaşı” (Ahmet Kutsi Tecer),  “Büyük Şehir, Küçük Şehir, Paydos” (Cevat Fehmi Başkut), “Üç Kahraman, Gölgeler” (Ahmet Muhip Dıranas) bu döneme örnek olan eserlerdir.

Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkardı. Son Posta, Yeni İstanbul gibi gazetelerde fıkra yazarlığı yaptı. İlk şiirlerini Yeni Mecmua ’da yayımladı. Millî Mecmua, Hayat, Varlık dergilerinde çıkan şiirlerinde, halk şiirimizin öz ve biçim yapısından yararlandı. Bunlara Batılı, çağdaş bir özellik kazandırdı. Sonraları mistik, dinsel duyuşlarla şiirler yazdı. Heceyi ustalıkla kullandı. Sağlam bir teknikle esrarlı iç âlemini, felsefi görüşlerini, etkileyici bir güçle dile getirdi. Şiirin yanı sıra oyun, fıkra, makale, tarih, eleştiri, biyografi, monografi, hikâye türlerinde de eserler verdi.

Eserleri: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile (şiir); Birkaç Hikâye, Birkaç Tahlil (hikâye); Tohum, Bir Adam Yaratmak, Para, Reis Bey (tiyatro);  Yılanlı Kuyudan, Babıâli (anı)…

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE TİYATRO (1950-1980)

1950-1960 yıllarında tiyatroyu geliştirme çabası ve Devlet tiyatrolarına ayrılan bütçenin dışında tiyatroya verilen destek yoktu. Fakat Muhsin Ertuğrul bir bankanın desteğiyle çağdaş anlamda ilk özel tiyatroyu (Küçük Sahne Tiyatrosu) kurmuştu.

Tüm bu sorunlara karşın oyun yazarlığı ve çeşitli tiyatro yönelişleri açısından verimli bir dönem olmuştu. Dormen Topluluğu ve Kent Oyuncuları diye özel tiyatrolar kurulmuştur. Tiyatro ele aldığı sorunları sergilemekle kalmayıp yorumlamaya yönelmiş, yazarlar bireysel sorunları aşarak toplum sorunlarını ele almışlardır. “Ve Değirmen Dönerdi ” (Haldun Taner), “Tanrılar ve İnsanlar ”  (Orhan Asena ), “Cengiz Han’ın Bisikleti” (Refik Erduran), “Biraz Gelir misiniz?” (Aziz Nesin) bu döneme örnek olan eserlerdir.

1960 sonrası tiyatro yaşamı ve oyun yazarlığı gelişmeye başlamış, özel tiyatroların sayıları artmış,  üniversitelerde tiyatro eğitimi başlatılmıştı. Dramatik yazarlıkta insanlık, toplum ve dünya sorunlarının genellemesine yönelen, efsane ve tarihe dayanarak çağın eleştirisini yapmaya çalışan oyunlar çoğunluktaydı. “Midas’ın Kulakları” (Güngör Dilmen), “Ayak Bacak Fabrikası ” (Sermet Çağan), “Mikado’nun Çöpleri, İçerdekiler” (Melih Cevdet Anday), “Nalınlar” (Necati Cumalı), “Keşanlı Ali Destanı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” (Haldun Taner) vb. bu dönemin belli başlı oyunlarıdır.

Türk tiyatrosu, 1971-1980 döneminde (12 Mart 1971 Muhtırası) Anayasa değişiklikleriyle demokratik ortamın aldığı büyük yaralardan ciddi biçimde etkilenmişti. Özel durum gerekçesiyle oyunlara sansür ve denetim uygulanmıştı. Siyasi partilerin belirli ve tutarlı bir sanat görüşünün bulunmaması, ekonomik sıkıntılar ve devlet konservatuvarının kalitesinin düşmesi tiyatroda bir buhrana sebep olmuştu. Toplumsal ve siyasal konulu oyunlarda artış; tarihî ve aile sorunlarını işleyen oyunlarda ise azalma olmuştu. Bu dönem yazarlarının daha çok evrensel anlamda oyunlara eğildiği de görülmüştür. “Yollar Tükendi” (Ülkü Köksal),  “Bozkır Güzellemesi” (Nezihe Araz),  “Rumuz Goncagül” (Oktay Arayıcı), “Kâtip Çıkmazı” (Dinçer Sümer) bu dönem oyunlarındandır.

Adalet Ağaoğlu (1929-…)

İlk başta şiir sonrasında sahne ve radyo oyunları yazdı. Toplumun sorunlarına, güncel gelişmelere duyarlı bir yazarın yaklaşım izlemiştir. Psikolojik baskı altında kalan insanların aile-birey ilişkisi içinde yalın bir dil ile anlatmıştır. Korku, ölüm, aşk, özveri, gençlik gibi temaları ele almış daha sonra hikâye ve romana yönelmiştir.

Eserleri: Evcilik Oyunu, Çatıdaki Çatlak, Tombala, Kendini Yazan Şarkı (tiyatro); Ölmeye Yatmak, Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi, Ruh Üşümesi (roman); Yüksek Gerilim, Sessizliğin İlk Sesi, Hadi Gidelim (hikâye); Geçerken,   Başka Karşılaşmalar (deneme); Göz Temizliği, Gece Hayatım (anı)…

DÜNYA EDEBİYATINDA TİYATRO

Herhangi bir olay, durum veya tasarının sahnede canlandırılması amacı ile yazılmış eserlere dramatik metin, bu metinlerin sahnede canlandırılması ile ortaya çıkan sanata da tiyatro denir.

Tiyatro Eski Yunan’da “bir oyunun oynandığı yer” i karşılamaktaydı. Tiyatroyu belirli bir metne dayalı olarak sahnelendiği için hem edebî bir tür hem de güzel sanatların bir dalı olarak değerlendiririz. Tiyatro metinleri genellikle sahnede canlandırılmak üzere yazılır ancak çok nadir de olsa sadece okunmak üzere kaleme alınmış tiyatro eserleri de vardır.

Tiyatro diğer birçok sanat dalı gibi dinî törenlerden doğmuş, zamanla bu niteliğinden sıyrılarak bir sanat hâline gelmiştir. Sümer ve Mısır gibi eski uygarlıklara kadar uzanan tiyatro, özellikle Eski Yunan’da gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Eski Şamanist inanç ve törenleri de tiyatronun doğuşunda rol oynamıştır.

Günümüzdeki anlamıyla çağdaş (modern) tiyatronun başlangıcı eski Yunan’da Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos (Diyanizos) adına yapılan dinsel törenlere dayanır. Bu törenlerde keçi postuna bürünen insanlar koro hâlinde şarkılar, şiirler söyler; dans ederlerdi.  MÖ 6. yüzyılda Şair Thespis (Tespis) koronun karşısına bir oyuncu (aktör) çıkararak klasik tiyatroda diyaloğu başlatmıştı. Aiskhylos (Ayklos) ikinci oyuncuyu, Sophokles (Sofokles) de üçüncü oyuncuyu sahneye koronun karşısına çıkarmış, böylece klasik tiyatroda koro, önemini yitirmiş ve modern tiyatronun temelleri atılmıştı.

Orta Çağ’da (10-13. yy.) Hristiyanlık, kendi inancının tiyatrosunu kurmuş akrobatlar, soytarılar yapılan şenliklerde ve sarayda halkın ilgisini çekmiştir. Profesyonel topluluklar 15-16. yy. da görülür. İtalya’da başlayan Rönesans tiyatrosu İngiltere’de önem kazanmıştı.

  1. yy. sonlarında Avrupa’da düşünce, ahlak ve inanç çatışmaları yeni boyutlar kazanmıştı. İngiltere’de toplumun her kesimine seslenen Shakespeare (Şekspir); Fransa’da konularını Yunan-Roma mitolojilerinden alan Corneille (Korneyl) ve Racine (Rasin); tiplerini halktan seçen ve modern komedinin kurucusu olan Moliere (Molyer) eserler vermişti.
  2. yy. ahlaki anlayışla orta sınıfa seslenen Avrupa tiyatrosu, Rönesans öncesinin kilise tiyatrosunu andırmaktadır. Bu dönemde aile konuları ve hissilik ön plana çıkmıştı. Klasik trajedi daha çok operalarda görülmüş, komediler ise en sevilen tür olmuştu.
  3. yy. romantizm akımı etkili olmuş, Schiller (Şiller), Goethe (Gote) ve Wagner (Wagner) Almanya’da; Victor Hugo (Viktor Hugo) ve Alfred de Musset (Alfret dö Müse) Fransa’da; Strindberg (Sıtrınberg) İsveç’te; Ibsen (İbsen) Norveç’te; Çehov (Çehov) ve Maksim Gorki (Maksim Gorki) Rusya’da; Bernard Shaw (Bernard Şov) İrlanda’da öne çıkan isimlerdir. Yüzyılın sonlarında, kolayca seyirci çekemeyen tiyatro eğilimleri görülmüştür. Gerçekçilikten “izlenimcilik, simgecilik, gelecekçilik, doğalcılık ve dışavurumculuk” gibi modernist akımlara geçilmiştir.

William Shakespeare (1564-1616)

Eserlerini nazımla ya da düzyazıyla, kimilerini de iki anlatım yolunu da kullanarak yazdı. Komedi ve trajedi türünde büyük başarıları vardır. Soneleriyle de başarılı bir şair olduğunu kanıtlamıştır.  Oyunları beşer perdeliktir. Her perde de kendi içinde sahnelere ayrılır. İnsanı, bütün duygu ve tutkularıyla, sahnede başarıyla canlandırdı.

Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear vb. kahramanlar ölümsüzleşmiştir.

Gelmiş geçmiş yazarların en büyüklerinden biri sayılmasının nedeni, eserlerinde yalnız bir tarihsel dönemin değil, insanın değişmeyen evrensel özelliklerini kavrayıp başarıyla yansıtmasıdır.

Konularını genellikle tarihten, tarihsel olay ve kişilerden alan Shakespeare’in eserlerine, toplumsal ve siyasal değişmeler en çarpıcı yanlarıyla yansımakta ve anlatım zenginliğiyle okurun karşısına çıkmaktadır.

Eserleri: Othello, Yanlışlıklar Komedyası, Hamlet, Hırçın Kız, Romeo ve Juliet, Bir Yaz Gecesi Rüyası,  Venedik Taciri, Macbeth, Kral Lear (oyun)…

DİL BİLGİSİ

YAPIYA DAYALI ANLATIM BOZUKLUKLARI

  1. ÖZNE-YÜKLEM UYUMSUZLUĞU

Özne-yüklem uyumsuzluğu kişi bakımından, tekillik-çoğulluk bakımından ve özne eksikliği bakımından olmak üzere üç grupta inceleriz:

  1. Kişi Bakımından Uyumsuzluk

Özne birinci tekil, ikinci tekil veya üçüncü tekil (ben, sen, o) ise yüklem birinci çoğul kişiye göre çekimlenmelidir. Örnek:

Ben ve Onur burayı daha önce görmüştü. (görmüştük)

Sen ve arkadaşların çok gayret etmelisin. (etmelisiniz)

  1. Tekillik-Çoğulluk Bakımından Uyumsuzluk

Özne insan ve çoğul ise yüklem tekil ya da çoğul olabilir. Ancak insan dışındaki varlıkların (hayvan, bitki, kavramlar…) çoğul şekilleri özne olduğunda yüklem daima tekil olur. Örnek:

Çocuklar “Yaşasın!” diye bağırdı.

Çocuklar bahçede oynamaktan mutlu oluyorlardı. (oluyordu)

Kuşlar ne güzel ötüyorlar. (ötüyor)

  1. Özne Eksikliği Bakımından Uyumsuzluk

Yüklemdeki eyleme göre öznenin olmaması ya da bir öznenin birden fazla yükleme bağlanması anlatım bozukluğuna yol açar. Bu durum daha çok sıralı ve bağlı cümlelerde görülür. Örnek:

Bir milletin dili hür olmadıkça ilerleyemez. (millet)

Herkes onu seviyor, onu üzmüyordu. (hiç kimse)

  1. Fiil ve Fiilimsilerdeki Çatı Uyuşmazlığı

Birleşik veya sıralı cümlelerde aynı özneyi alan yüklemlerin her ikisi de etken veya her ikisi de edilgen olmalıdır; aksi takdirde çatı uyuşmazlığı olur. Örnek:

Kapının kilidi yapılıp öyle gidecekti. (Kapının kilidi yapılıp öyle gidilecekti.)

Sorular çok dikkatli okuyarak çözülsün. (Sorular çok dikkatli okunarak çözülsün.)

  1. Eklerle İlgili Yanlışlar

Cümlede eklerin eksik ya da fazla kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. Örnek:

Biz gezmesini seven bir aileyiz. (gezmeyi)

Çocuklarla bu yaştan ilgilenmek gerekiyor. (yaşta)

  1. Öge Eksikliği

Aynı ögelerin farklı yüklemlere bağlanması ya da cümle içerisinde bir ögenin kullanılmaması anlatım bozukluğuna yol açar. Öge eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozuklukları daha çok birleşik ve sıralı cümlelerde görülür. Örnek:

Okul inşaatı tamamlandı, önümüzdeki yıl faaliyete geçecek. (Faaliyete geçecek olan ne? Cevap yok)

Cezvenin kulpu kırıldı, artık kullanılmaz.

Avukatlık stajı iki ay sonra bitti, işe başladı.

  1. Nesne Eksikliği:

Sıralı ve bağlı cümlelerde ortak kullanılan nesnenin cümlelerden birine uymamasıdır. Örnek:

Düğün merasimleri beni çok sıkar, o yüzden sevmem. (kalabalıkları)

Dışarıda eğlence başladı ama biz izleyemeyeceğiz. (eğlenceyi)

  1. Dolaylı Tümleç Eksikliği:

Sıralı ve bağlı cümlelerde ortak kullanılan dolaylı tümleç, cümlelerden birine uymaz. Bu durumda cümlelerden birine dolaylı tümleç eklenmelidir. Örnek:

Çekmeceyi açıp saatini aldı. (Nereden? Çekmeceden.)

Gençleri seviyor ve güveniyoruz. (onlara)

Masayı ıslak bezle sildi, elindekini yerleştirdi. (masaya)

  1. Zarf (Edat) Tümleci Eksikliği:

Sıralı ve bağlı cümlelerde ortak kullanılan zarf tümleci olacak ifadelerin eklenmesi gereklidir. Örnek:

Bir daha seni görmek ve karşılaşmak istemiyor. (seninle)

Arabasını çok sever, her yere giderdi. (onunla)

Ç. Yüklem Eksikliği:

Sıralı ve bağlı cümlelerde iki cümlenin bir yükleme bağlanması sonucu anlatım bozukluğu meydana gelir. Yüklem eksikliği, bazen ikinci bir eylemin kullanılmaması ya da ek eylemin ortak kullanılması ile oluşur. Örnek:

Salonumuz küçük, mutfağımız da aydınlık değildi.

Çay, ekmek ve peynirin dışında bir şey yemiyordu.

  1. Tamlama Yanlışları

Çoğunlukla isim ve sıfatların aynı tamlanana bağlanması sonucu oluşan bir anlatım bozukluğudur. Örnek:

Özel ve kamu kuruluşlarına dilekçe verdi. (özel kuruluşa ve kamu kuruluşuna)

Hem belgisiz hem de işaret zamiri kullanılmış. (hem belgisiz zamir hem de işaret zamiri)

Devrik ve fiil cümlesi kullandı yazılarında. (devrik cümle ve fiil cümlesi)

  1. Bağlaç Yanlışları

Bağlaçlardan bazıları olumlu ve olumsuz yargıları birbirine bağlar. Bu duruma uymayan kullanımlarda anlatım bozukluğu meydana gelir. Örnek:

Temiz havada dolaşmayı çok seviyor ancak bol bol yürüyor. (yanlış kullanım)

Temiz havada dolaşmayı çok seviyor ancak fazla yürüyemiyor. (doğru kullanım.)

 

ELEŞTİRİ

Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit) denir. Bir kimsenin kendi eleştirisini yazarken ortaya koyduğu esere  de otokritik (özeleştiri) denir.

Eleştiri, sanatçıyı daha güzel, daha güçlü, daha olgun, daha başarılı eserler oluşturma konusunda teşvik etmektir. Okura, izleyiciye ve sanatçıya rehberlik etmektedir.

Eleştiri yazılarını yazacağı konuda uzman olan kişiler yazabilir, en azından eleştirilecek olan metni yazanla aynı düzeyde olmalıdır.

Eleştiriler, eleştirmenin tavır ve tutumuna izlenimsel ve nesnel; konularına göre esere, sanatçıya, topluma, okura, tarihe yönelik eleştiri diye türlere ayrılır:

Eleştirmenin Tavır ve Tutumuna Göre Eleştiriler

İzlenimsel (Empresyonist) Eleştiri: İlkelerini Fransız edebiyatçı Anatole France (Anatol Frans) belirlemiştir. Eleştirmen, bir eseri kendi zevk, algılama ve değer ölçülerine göre inceleyerek eleştirir yani öznel eleştiri türüdür. Kişisel yargıların fazlaca olması bu türün pek beğenilmemesine sebeptir.

Nesnel (Bilimsel) Eleştiri: Edebî eserlerin içerik, yapı ve üslupları üzerinde tarafsız olarak yapılan eleştirilerdir. Burada eleştirmen, kişisel yargıları bir taraf bırakarak bilimsel araştırmalardan yararlanır ve eseri tarafsız bir gözle değerlendirir. Eserin sanat değerini ortaya koymaya çalışır.

Konularına Göre Eleştiriler

Eseri Konu Alan Eleştiri: Bir eserin yapısını kavrayıp açıklamaya çalışan eleştiri türüdür. Anlatım tekniği, tema, olay örgüsü, semboller, kişiler ile kişiler arasındaki ilişkiler vb. teknikle ilgilidir. Eleştirmen, bunlar arasındaki ilişkiyi, eserin bütününe katkısını ortaya koymak için çabalar. Biçimci eleştiri sayesinde eserlerin gizli kalmış güzellikleri, derin anlamları, zenginlikleri gösterilmeye çalışılır.

Sanatçıya Yönelik Eleştiri: Eseri eleştirirken sanatçının varlığını, onun eseri ile kişiliği arasındaki ilişkiyi esas alan eleştiri türüdür. Eseri açıklamak amacı ile sanatçının hayatı ve kişiliği üzerinde durulur; sanatçının kişiliğini ve dünyasını açıklamak için de eserleri incelenir.

Topluma Yönelik Eleştiri: Edebiyat, bir toplum içinde doğmuş ve toplumu yansıtan bir ayna olmuştur. Bundan dolayı bu türde eserde toplumdan, toplumsal şartlardan yola çıkılarak değerlendirme yapılır. Toplum bilimsel eleştiri de denilir. ,

Okura Dönük Eleştiri: Eserin anlamının okurun zihninde bütünlüğe kavuştuğu düşünülür. Her okuyan kendi bilgi birikimince anlar. Yani eserin okuru sayısınca farklı anlamı vardır. Bu eleştiri türünde de eseri değerlendirmekten ziyade eserin bir okur olarak kendi duyguları üzerinde bıraktığı etkileri ifade etmesidir.

Tarihsel Eleştiri: Eserin yazıldığı dönem ve şartlar dikkate alınarak değerlendirilir. Tarihsel eleştiri, ele aldığı eseri sadece tarihsel sınırlar içine almakla kalmaz; söz konusu eser hangi çağın ürünüyse onu, o çağ okurunun gözüyle anlamaya, incelemeye çalışır. Bu eleştiri türü, özellikle geçmişte ortaya konmuş edebiyat eserlerini değerlendirmeyi hedeflediği için edebiyat tarihi çalışmalarında rağbet görmüştür.

Cumhuriyet Dönemi’nde Eleştiri

Cumhuriyetin ilk yıllarında genellikle Ataç’la özdeşleşen öznel eleştiri anlayışı hâkimdi. İkinci çeyreğin ilk yarısında ise eleştirimiz hem nitelik hem de nicelikçe gelişti. Eleştiriye ilgi artmış, edebiyat dünyamız yeni eleştirmenlere kavuşmuştur. Bunlar, eğitimli, donanımlı, meraklı, edebiyatı ciddiye alan, bu nedenle de yalnız uygulamada kalmayıp yaptıkları işin kuramını da öğrenen, bu konuda özgün düşünceler üreten/üretmeye çalışan genç eleştirmenlerdir. Sözgelimi Mehmet Fuat öznel/ izlenimci eleştiri, Fethi Naci Marksist eleştiri, Asım Bezirci nesnel-bilimsel eleştiri, Hüseyin Cöntürk yeni eleştiri, Tevfik Çavdar toplum bilimsel eleştiri, Mehmet Kaplan akademik eleştiri kuramını benimsemiştir.

Eleştirmenlerdeki artış, kuramlardaki çeşitlilik eleştirimizin kalitesini de yükseltmiştir. Eleştiride uzmanlaşmaya doğru bir gidiş başlamış; şiir, roman, hikâye eleştirmenleri ortaya çıkmıştır. Sözgelimi Hüseyin Cöntürk, Turgut Uyar ve Cemal Süreya şiir, Fethi Naci roman, Asım Bezirci hikâye/şiir, Tevfik Çavdar ve Tahir Alangu hikâye/roman eleştirisi üzerine yoğunlaşmışlardır.

Ali Canip Yöntem’in “Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey’le Münakaşalarım” , Orhan Şaik Gökyay’ın “Destursuz Bağa Girenler”, Neyzen Tevfik’in “Hiç, Azab-ı Mukaddes” adlı eserleri bu dönemde yazılan bazı eleştiri yazılarıdır.

Asım Bezirci (1927-1993)

Çeşitli dergilerde yayımlanan edebiyatımızın temel sorunlarına ilişkin araştırma, değerlendirme yazılarıyla tanındı. Nesnel ve bilimsel yöntemle eleştiri anlayışını temel aldı. Çalışmalarıyla birçok edebiyat olayına açıklık getirdi.

Eserleri: On Şair On Şiir (eleştiri), Edip Cansever, Seçme Romanlar (inceleme), Deyimlerimiz Sözlüğü…

CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE ELEŞTİRİ

Tanzimat Dönemi’nde gazeteler ile eleştiri gelişmişti. Namık Kemal’in 1866’da Tasvir-i Efkâr’da yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhâzâtı Şâmildir” yazısı, Ziya Paşa’yı tenkit etiği “Tahrib-i Harabat” ve “Takip” yazıları bizdeki ilk örneklerdendir. Ziya Paşa’nın “Zafername”, Recaizade Mahmut Ekrem’in “Zemzeme Mukaddimesi”, “Takdir-i Elhan”ı, Muallim Naci’nin “Demdeme”si Tanzimat Dönemi’ndeki diğer örneklerdir.

Servet-i Fünun Dönemi ile birlikte eleştiri, edebî bir tür olarak gelişmiş ve önem kazanmıştı. Batı’dan özellikle 19. yüzyıl Fransız düşünürlerinden Hippolyte Taine’den  (İpoli Ten) yapılan çeviriler Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştı. Batılı yazarların edebiyatla ilgili düşünceleri ve onların eleştiri yöntemleri alınmıştı. Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf özellikle de Fransızcası çok iyi olan ve eleştiri türünde adını duyuran önde gelen eleştirmenlerimizdir.

Cenap Şahabettin,  “Menafi-i Edebiyye”, “Yeni Tabirat”, “Yeni Elfaz”, “Tabiata Karşı Şair”, “Müntekd-i Hakiki” gibi estetik ve eleştiri etrafında kaleme alınmış yazılarıyla bu türün gelişmesine ve yeni bir edebiyat anlayışının yerleşmesine hizmet etmiştir. Hüseyin Cahit; Ahmet Rasim ve Ali Kemal’le olan tartışmalarını “Kavgalarım” adı altında kitaplaştırmış ve 1910 yılında yayımlamıştır.

Millî edebiyat düşüncesini temellendiren Ziya Gökalp, Ali Canip ve Ömer Seyfettin’dir. Bu yazarlar millî edebiyat düşüncesini sistemleştirmiştir. Millî edebiyatçılar bir yandan eleştirinin teorisi üzerinde durmuşlar bir yandan da pratik olarak eleştiri türünde eserler vermişlerdir. Servet-i Fünunculardan farklı olarak bunlar, kendi devirlerinde yazılan eserlerle yakından ilgilenmiş, onları takip etmiş ve pek çoğu hakkında eleştiri ve tanıtma yazısı yazmışlardır.

 

MÜLAKAT / RÖPORTAJ

Mülakat

  • Kendi uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle yaşamları, çalışmaları, yapıtları ya da herhangi bir konuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların yazıya geçirilmesiyle oluşturulan yazı türüdür.
  • Görüşülen kişinin adı, ne iş yaptığı, kendisiyle niçin konuşulduğu, buluşma yeri; sorular ve cevaplar belirtilmelidir. Görüşmeden önce ön görüşme yapılmalıdır. Görüşmenin başında ve sonunda “Şimdiden vereceğiniz bilgiler için size çok teşekkür ederim.” gibi nazik ifadeler kullanılmalıdır.
  • Sorular, olayın ve konunun bütün boyutlarını yansıtacak nitelikte olmalıdır. Görüşme kayıt altına alınır. Görüşmeye katılan kişi ya da kişilerin duygu ve düşünceleri olduğu gibi yazıya geçirilmelidir.
  • Mülakatın birebir görüşmeler, panel görüşmeler, çalışma arkadaşları grubu, sıralı görüşmeler, değerlendirme merkezi, telefon görüşmeleri gibi türleri vardır.
  • Türk edebiyatında mülakat türünün ilk örneğini Ruşen Eşref Ünaydın, Diyorlar ki (1918) adlı eseriyle vermiştir. Abdi İpekçi; Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar eseri de mülakat örneğidir.

Ruşen Eşref Ünaydın (1892-1959)

Yazarlığa çeviriyle başladı. Servet-i Fünun, Donanma Mecmuası, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde yazdı. Türk edebiyatında görüşme türünün en güzel örneklerini verdi. Sonraları röportaj, anı, mensur şiir niteliğindeki yazılarıyla ününü genişletti. Kendine özgü, duygularla düşünceleri kaynaştıran bir üslup özelliği vardı. Zamanın en tanınmış şair ve yazarlarıyla yaptığı ve edebiyatımızın o günkü sorunlarını yansıtan edebî anketi “Diyorlar ki”, bizde röportaj çığırını açan öncü bir eser oldu. Birkaç cümleyle portre çizme, betimleme, düşünüş, duyuş ve söyleyiş yönleri güçlü bir yazardır.

Eserleri: Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat, Diyorlar ki, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki, Geçmiş Günler, Damla Damla, Boğaziçi Yakından…  

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE MÜLAKAT

Cumhuriyet Dönemi’nde mülakat türünde diğer yazın türlerinde olduğu gibi gelişmeler olmuş, bu türde olgun eserler verilmiştir. Bugün de Diyorlar ki (Hikmet Feridun Es), Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar (Mustafa Baydar), Edebiyatçılarımız Konuşuyor (Yaşar Nabi Nayır), Liderler Diyor ki (Abdi İpekçi), Ustalarla Konuşmalar (Nurullah Berk), Çukurova Yana Yana (Yaşar Kemal) bu türde kaleme alınmış önemli eserlerdir.

RÖPORTAJ

  • Herhangi bir yerin ya da kurumun gezilerek orada görülenlerin kişisel yorumlar, görüşler, izlenimler ve fotoğraflarla desteklenerek kaleme alındığı yapıtlardır.
  • 20.yy.da gazete ve gazetecilik çevresinde gelişmiştir.
  • Dayandığı sağlam bir düşüncesi, tezi vardır.
  • Röportajda öznellik hâkimdir. Gerçekleri öznel yaşamla harmanlar.
  • Açıklayıcı, betimleyici, öyküleyici anlatım biçimlerinden yararlanılır.
  • Konu bakımından üçe ayrılır:

Bir yeri konu alan röportaj: Röportaj yapılan yerde sürdürülen yaşam her yönüyle bilinir. Bu yerin farklı yönleri film, ses ve fotoğraflarla ortaya konur.

Eşyayı konu alan röportaj: Konu olan eşya her yönüyle bilinir. Eşyanın dikkat çekici ve düşündürücü yönleri ele alınır.

İnsanı konu alan röportaj: Belli bir alanda üne kavuşmuş kişilerin dikkat çeken ve düşündüren yönleri belirtilir.

  • Sunuş biçimine göre röportajlar ikiye ayrılır:

Amerikan röportajı: Yazıya en kuvvetli yönüyle girilir. En son söylenmesi gereken kelimeler, en önce söylenir. Okuyucunun hiç beklenilmeyen bir girişle karşılaşması, ilk paragrafın sürpriz uyandırması, giriş bölümünün âdeta şok bölümü olması bu tip röportajın en önemli özelliğidir.

Alman röportajı: Bu röportajda, yazar konuyu işlerken yazıya kendini katar; konu hep “ben” ekseni etrafında döner.

CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE RÖPORTAJ

Türk basınında röportaj türü, başlangıçta mülakat niteliğinde gelişmiştir. Özellikle 1960’tan sonra bir tür olarak gelişmeye başlamış ve gazetelerde bu türde önemli yazılar yayımlamıştır.

Ruşen Eşref Ünaydın, Hikmet Feridun Es, Mustafa Baydar, Falih Rıfkı Atay, Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Mete Akyol, Mustafa Ekmekçi gibi sanatçılar basınımızda röportaj türünde başlıca eser veren gazeteci ve edebiyatçılardır.

Röportaj yazıları ile mülakatların toplumu aydınlatmak amacı, soru-cevap tekniği kullanma, bilgi ve belgelerden yararlanma, araştırmaya yönelik olma, gazete ve dergilerde yayınlanma gibi ortak noktaları vardır.

MÜLAKAT – RÖPORTAJ FARKI

  1. Röportajda konu, mülakatta kişi öne çıkar.
  2. Röportaj yayımlanırken fotoğraf, belge ve resimlerle zenginleşti­rilir. Mülakatta ise sadece mülakat yapılan kişi ile çekilmiş bir fo­toğraf kullanılır.

III. Röportajda herhangi bir kişiyle görüşme mecburiyeti yoktur. Ama birden fazla kişi ile görüşülüp bu görüşmelerin hepsi birlikte yansıtılabilir.

  1.   Mülakatta mümkün olduğunca görüşme yapılan kişi ile konuşulanların dışına çıkılmaz. Özel görüş, duygu ve yorumlara pek yer verilmez.
  2. Röportaj yazarı süslü bir dil tercih edebilecekken mülakatta açık ve kısa bir anlatım tercih edilir.
  3. Röportajda mülakat olabilir, bu yüzden röportaj mülakattan daha geniş kapsamlı bir türdür.

 

 

Sosyal Medyada Paylaş Facebook Twitter Google+
Açık Lise sınavlarına hazırlanmanın en kolay hali: AçıkTercih AÖL Test Çöz!

Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!


Etiketler: ,
Eklenme Tarihi: 6 Ocak 2020

Facebook Yorumları

Konu hakkında yorumunuzu yazın

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.