Kaderle İlgili Kavramlar

İçindekiler

Kaderle İlgili Kavramlar

Gerek dinî literatürde gerekse halk arasındaki deyim ve sözlerde karşımıza çı-kan ve kaderle ilişkilendirilen bazı kavramlar vardır. Kader dinî literatürde daha çok ecel, ömür, hayır, şer, afet, sağlık, hastalık, rızık, başarı, başarısızlık, tevekkül gibi kelime ve kavramlarla ele alınmıştır. Halk arasında ise “Kaderim böyleymiş!”, “kader mahkûmu”, “kötü talih”, “Kısmette ne varsa o olur.”, “alın yazısı” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Doğru bir kader anlayışı ve inancı için bu ifadelerin kaderle ilişkilerini sağlıklı bir şekilde kurmak gerekir.

Ömür ve Ecel

İnsanın ve diğer canlıların doğumundan ölümüne kadar geçen zaman dilimine ömür denir. Allah’ın (c.c.) takdir ettiği bu ömrün bittiği, hayatın sona erdiği âna da ecel denir. Her canlı türünün farklı farklı ömür ve ecelleri vardır. Kimi uzun bir zaman yaşarken kiminin de dünyada yaşadığı ömür çok kısadır. Ölümden kaçmak veya ölüme engel olmak mümkün değildir. Bu gerçek, Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir:

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır…” (Nisâ suresi, 78. ayet)

Ecel ve ömrün kaderle olan ilişkisi; ömrün uzaması ve kısalması, insan hayatının ne zaman sona ereceği gibi sorularla karşımıza çıkmaktadır. Tüm varlıklarda ve olaylarda olduğu gibi insanın da ne zaman doğacağı ve öleceği, ne kadar yaşayacağı Allah’ın (c.c.) takdiri ile gerçekleşir. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de, “Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler hâlinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O’nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap’tadır. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.”(Fâtır suresi, 11. ayet) şeklinde vurgulanmaktadır.

Evrendeki hiçbir varlık sonsuz değildir. Bahar-da açan bir yaprak sonbaharda sararır ve topra-ğa düşer. Hayvanlar içerisinde en uzun yaşayan kaplumbağalar bile en nihayetinde bir gün sona ulaşırlar. Bir bebek doğar, çocuk olur, genç olur, derken yaşlılık gelir ve ömrü bir gün son bulur. İşte bu gerçek Kur’an’da şöyle vurgulanmıştır:

“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanla-rı hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir ecel için yarattık…”(Ahkâf suresi, 3. ayet) Dünyanın, yıldızların ve gezegenlerin de bir gün sonlarının geleceği ve onlar için de Allah’ın (c.c.) takdir ettiği bir ecel olduğu Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri, belir-lenmiş bir süreye kadar hareketlerini sürdürürler. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.”(Fâtır suresi, 13. ayet)

İnsan için belirlenen ömür bittiğinde ecel gelir ve ölüm olayı gerçekleşir. Bu ger-çek, bir ayette şöyle ifade edilmiştir: “Her can, ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.”(Ankebût suresi, 57. ayet) Bu durumda insan kendisine verilen ömrü, Allah’ın (c.c.) rızası doğrultusunda iyi ve doğru işler yaparak geçirmelidir. Söylediği söz ve yaptığı davranışlardan sorumlu olduğunu bilerek yaşamını sürdürmeli; kendisine, ailesine ve yaşamış olduğu topluma faydalı olmaya çalışmalıdır. Yaptıklarından sorumlu olduğunu unutmamalıdır.

Rızık

Allah’ın (c.c.) canlılar için yarattığı nimetler onların yaşamlarını sürdürebilmesi içindir. Bunların tamamı rızık olarak değerlendirilir. Yediklerimiz, içtiklerimiz, giydiklerimiz, bilgi, hikmet, teneffüs ettiğimiz hava yani kısaca maddi ve manevi bütün ihtiyaç duyulan şeyler bizler için Allah’ın (c.c.) bahşettiği rızıklardandır. Kur’an-ı Kerim’de, “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı Allah’a aittir…”(Hûd suresi, 6. ayet) buyrularak rızkın yegâne kaynağının Allah (c.c.) olduğu belirtilmiştir.

Rızkı veren Allah’tır (c.c.). Ancak kulların da çalışıp çabalayıp kendilerine takdir edilmiş olan rızkı helal yoldan kazanmak için gayret göstermeleri gerekir. Bu gayretlerin karşılığının verileceği, “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir. Onun çalışması ileride kesinlikle gözler önüne serilecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine eksik

siz olarak verilecektir.”(Necm suresi, 39-41. ayetler) ayetiyle Kur’an’da ifade edilmiştir. Allah’ın (c.c.) insan-lara örnek olarak gönderdiği peygamberler de hem tebliğ ve davet çalışmalarını yürütmüşler hem de geçimlerini temin için bizzat çalışmışlardır. Bu yönleriyle de bizlere örnek olmuşlardır.

İslam dini, kumar, şans oyunları, gasp, hırsızlık gibi haksız kazanç yollarından ge-lir elde etmeyi haram saymıştır. Çalışmadan, dilenerek geçinmeyi de hoş görme-miştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Kimse kendi elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir…” (Buhârî, Büyû’, 15) buyurarak bu konuya dikkat çekmiştir. Buna göre Allah’ın (c.c.) razı olacağı bir kimse başkalarının emeğiyle geçinmeyi düşünmemeli, elinin emeği ve alnının teriyle kazanmaya gayret etmeli, hakkından ötesine el uzatmamalı, kimsenin hakkını yememelidir.

İnsan, Allah’ın (c.c.) evrene koyduğu yasaları gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkını kazanmak için tercihlerde bulunur. Allah (c.c.) da onun bu tercihine, çabasına göre rızkını yaratır. Fakat bu durum, “Kaderimde ne varsa o olur, nasıl olsa rızkı veren Allah’tır (c.c.).” deyip insanı çalışmamaya, tembelliğe götürmemelidir. Böyle diyen bir kişi, kaderi yanlış anlamaktadır. İnsana düşen; geçimini sağlamak ve rızkını elde etmek için gerekli çalışmaları yapmak, sonra da sonucu Allah’tan (c.c.) beklemektir.

er-REZZAK

“Mahlûkâtına maddî ve mânevî her türlü rızkı bol bol ihsan eden” anlamında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel isimlerinden)dır.

Tevekkül

Kaderle ilgili kavramlardan birisi de tevekküldür. Tevekkül kelime olarak güven-mek, dayanmak, teslim olmak gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise Allah’a (c.c.) dayanıp güvenmek, çalışıp çabalarken Allah’ı (c.c.) daima yanımızda bilmek ve işlerin sonucunu Allah’a (c.c.) bırakmak demektir. Örneğin bir çiftçi zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlarken, tohumu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındıracak, gerekirse gübresini de verecek; tüm bunları yaparken de iyi ürün vermesi için Allah’a (c.c.) güvenip dayanacak ve sonucu O’ndan bekleyecektir. Yine bir hasta, tedavisi için gerekli adımları atarken, şifayı Allah’tan (c.c.) isteyecek ve sonuç ne olursa olsun derin bir teslimiyetle Allah’ın (c.c.) takdirine razı olacaktır. Bir çiftçinin gerekli hazırlıkları yapmadan “Ben Allah’a (c.c.) tevekkül ediyorum.” diyerek bol ürün beklemesi doğru değildir. Bu durum, İslam’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz.  

Bir başka yönüyle tevekkül, tüm yapılması gerekenleri yaptıktan sonra insanın içinde duyması gereken iç huzur, mutmain olma ve en önemlisi Allah’ın (c.c.) takdir edeceği sonuç ne olursa olsun buna razı olma ahlakıdır. Yüce Allah bir ayette, “… Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmrân suresi, 122. ayet) buyurmuş; inananların yalnız kendine güvenmelerini istemiştir.

Hz. Peygamber tevekkül konusunda da bizlere örnek olmuştur. Mekkeli müşriklerin baskılarının arttığı bir dönemde Medineli bir heyetle Mekke’de görüşmenin tehlikeli olacağını düşünerek tedbirli davranmış, Mekke’nin dışında Akabe denilen bir vadide görüşmüştür. Hz. Muhammed (s.a.v.) hicret yoluna çıkarken Allah’a (c.c.) tevekkül ederek gerekli tedbirleri almayı asla ihmal etmemiştir. Medine’yi kuşatmaya gelen müşriklere karşı şehri korumak için hendekler kazdırarak tedbirli davranmıştır. Bütün işlerini Allah’ın (c.c.) şu emrine göre yapmıştır: “…Kararını verdiğin zaman artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân suresi, 159. ayet)

Tevekkül bir işin başında, sonunda ve ortasında üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeyi gerektiren bir durumdur. Hiçbir tedbir almadan ben Allah’a (c.c.) güveniyorum demek doğru bir tevekkül ve kader anlayışıyla bağdaşmaz. Örneğin gerekli güvenlik tedbirleri alınmadığından yaşanan iş kazaları kaderin bir sonucu denilerek bizleri sorumluluktan kurtarmaz. Hem işveren hem de işçi her türlü tedbiri almak zorundadır.

Tevekküle yanlış anlamlar yükleyerek kader karşısında insanı, rüzgârın sürüklediği bir yaprak gibi iradesiz ve tercihsiz görmek doğru değildir. Böyle bir kaderciliğe dayanarak çaba ve gayretten uzak düşen tevekkül anlayışı, tembelliğe de sebep olur.

Bir tohumun kabuğundan çıkması için su, bir ağacın meyve vermesi için ışık, bir bebeğin büyümesi için beslenmesi ve bir insanın rızkını kazanabilmesi için emek sarf etmesi gerekir. Bütün bunlar Allah’ın (c.c.) evrende yarattığı ölçü ve düzenin bir sonucudur. Dolayısıyla bizler de bu düzene uygun olarak hareket etmeliyiz. Bir işe başlamadan önce gerekli tedbirleri almalı, sağlıklı bir sonuç almak için neler yapılması gerekiyorsa hepsini yerinde ve zamanında yapmalıyız. Sonucun hayırlı olması için de Allah’a (c.c.) güvenip ondan yardım istemeliyiz.

Başarı ve Başarısızlık

İnsan kendisine verilen akıl ve iradesiyle başarıya gidecek yolları öğrenir ve tercih eder. Tercihleri sonucunda ya başarılı ya da başarısız olur. Bir tercih söz konusu olduğu için başarı veya başarısızlığın sorumluluğu insanın kendisine aittir. Örneğin, bir sporcunun başarılı olması için beslenmesine, antrenmanlarına, uyku düzenine dikkat etmesi gerekir. Bu sayede sağlıklı bir hayat sürdürerek spor yapmanın asıl amacına da ulaşması mümkün olabilir.

Hak ve adaletten ayrılarak zulüm ve haksızlıkla bir şeyleri elde etmek başarı sayılmaz. Haksızlıkla ve adaletsizlikle sözde başarılar elde etmiş insanlarla ilgi-li Kur’an-ı Kerim’de, “İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.” (Âl-i İmrân suresi, 22, ayet) buyrulmaktadır. Başarı için doğruluktan ve adaletten ayrılmayanları ise Allah (c.c.) mükâfatlandıracaktır. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de, “… Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.” (Saf suresi, 13. ayet) şeklinde dile getirilmiştir. Bir başka ayette ise “Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz. Onlar üzülmezler de.” (Zümer suresi, 61. ayet) buyrularak başarıda asıl sırrın Allah’a (c.c.) duyulan saygıda ve bağlılıkta olduğu vurgulanmaktadır.

Başarı yolunda insanın önüne çok sayıda engel çıkabilir. Bir engelle karşılaşıldığında hemen vazgeçmek ve sorumluluktan kaçmak doğru değildir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.) tutum ve davranışlarıyla bizlere örnek olmuştur. Mekke’de başına gelen bütün olumsuzluklara rağmen azim ve kararlılıkla insanları hak yola davet etmeye devam etmiştir. Mekke’nin yöneticileri ve ileri gelenleri ilk planda başarılı gibi görünse de sonunda Allah’ın (c.c.) inayeti ve nusretiyle Hz. Muhammed (s.a.v) başarıya ulaşmıştır.

İnanan insan başarı yolunda sorumluluklarını yerine getirdikten sonra başarının Allah’ın (c.c.) bir lütfu olduğunu da bilir. Bu konuya Kur’an-ı Kerim’de şöyle değinilmiştir: “… Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız ona dayandım ve yalnız ona döneceğim.” (Hûd suresi, 88. ayet) Dolayısıyla başarı, azim, gayret, sebat ve sabır gibi tutum ve davranışlar Allah’ın (c.c.) bizlere bir ikramıdır.

Başarılı olmak için kişinin çalışması, çabalaması, yaptığı işlerle ilgili gerekli her türlü gayreti göstermesi ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Bu yüzden kişi öncelikle çok çalışmalı ve başarılı olmayı Allah’tan (c.c.) beklemelidir. Çok çalışmasına rağmen arzu ettiği başarıya ulaşamayan insan da “Ben ne bahtsızım.” diyerek Allah’ın (c.c.) takdirine isyan etmemeli, gayreti elden bırakmamalıdır.

Sağlık ve Hastalık

Sağlık, Allah’ın (c.c.) insana bahşettiği nimetlerin başında gelir. Sağlığın değerini hasta olduğumuzda daha iyi anlarız. Küçük bir rahatsızlık bile insanın ağız tadını kaçırır; onu hâlsiz ve yorgun düşürür. Tedavisi zor olan hastalıklarla mücadele edenler ve sürekli yatağa bağımlı yaşayanlar da sağlığın ne kadar büyük bir nimet olduğunu bizlere gösterir.

Hastalık, insanın sağlığının bozulmasıdır. Yediğimiz, içtiğimiz şeylerin sağlıklı ol-ması; çevrenin hijyen şartlarına uygun olması; yaşadığımız ortamın ısı, ışık, hava gibi etkenlerinin yeterli olması; uyku ve dinlenme gibi hususlara dikkat edilmesi hastalıklardan korunmamız ve sağlıklı kalmamız için büyük bir önem arz eder. Bun-ların yanı sıra dinimizde helal ve temiz olanı tercih etmek, haramdan uzak durmak da beden ve ruh sağlığımız açısından önemlidir. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin!..”42 Ayrıca beden, elbise ve çevre temizliğine dikkat etmekle ilgili Müddessir suresinin 4 ve 5. ayetinde “Giysilerini temiz tut. Kötü şeylerden sakın.” buyrularak bu konuya dikkat çekilmiştir. Yine “Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir; bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.”43 ayeti de haramlardan uzak durmanın beden ve ruh sağlığına katkısını ifade eder.

Alınan bütün önlemlere rağmen insanlar yine de hasta olabilir. Böyle durumlar-da “Hasta olmak benim kaderimde varmış.” diyerek tedavi olmamak veya hastalığa çare aramamak doğru bir kader anlayışı değildir. Hasta olan kişi yeniden sağlığına kavuşmak için gerekli tedavi yollarına başvurmalı ve Allah’a (c.c.) dua etmelidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz. Şüphesiz Allah her hastalığın şifasını yaratmıştır.”44 buyurarak bu konuda bizlere yol göstermiştir.

 

Sosyal Medyada Paylaş Facebook Twitter Google+
Açık Lise sınavlarına hazırlanmanın en kolay hali: AçıkTercih AÖL Test Çöz!

Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!


Etiketler:
Eklenme Tarihi: 30 Mart 2020

Facebook Yorumları

Konu hakkında yorumunuzu yazın

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.